Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev`in TBMM`ye hitaben yaptığı konuşma - Ankara, 6 Mayıs 1997

Sayın milletvekilleri, sayın dostlar, kardeşler, basın mensupları!

Ben sizi, Türkiye Büyük Millet Meclisi milletvekillerini yürekten selamlıyor ve size, TBMM`ye, Türkiye Cumhuriyeti`ne Azerbaycan halkının sevgi ve saygılarını sunuyorum.

Bana TBMM`ye hitap etme olanağını sunduğunuz için, beni onure ettiğiniz için teşekkür ederim.

Bildiğiniz üzere, Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel`in daveti üzerine ben resmi ziyaret için dün Türkiye`ye geldim. Dün, bugün çok verimli, önemli görüşmelerimiz, temaslarımız oldu. Bu görüşmeler, toplantılar sonucu ve imzalanan belgeler sayesinde Türkiye-Azerbaycan dostluk ve kardeşlik ilişkilerinin yeni bir aşamaya ulaştığını, bizim dostluk, kardeşlik tarihimizde yeni sayfalar açıldığını düşünüyorum.

Dün bizim toplantılarımız, görüşmelerimiz sonucunda 8 anlaşma imzaladık. Onlardan her birinin kendine özgü önemi vardır. Fakat onların sırasında iki cumhurbaşkanı tarafından imzalanan Türkiye ile Azerbaycan arasında stratejik işbirliğinin derinleştirilmesine yönelik bildiri, anlaşma daha ziyade tarihi bir belgedir ve mevcut ilişkilerimizi üst düzeylere taşıyor, bu ilişkilere geniş, siyasi anlam kazandırıyor.

Ben tüm bu belgelerin imzalanmasından dolayı son derece memnunum, özellikle Türkiye ile Azerbaycan arasında stratejik işbirliğinin derinleştirilmesi anlaşmasının imzalanmasına çok sevindim. Sizi temin etmek isterim ki, biz, Azerbaycan tarafı bu sözleşmelerin ve şimdiye kadar imzalanmış sözleşmelerin yaşama geçirilmesine çalışacağız. Azerbaycan devletinin, şimdiye dek Türkiye ile Azerbaycan arasında imzalanmış tüm sözleşme, anlaşma ve belgelere bağlılığını birkez daha ifade eder ve onların yerine getirilmesi için bizim bundan böyle de çaba göstereceğimiz konusunda size güvence veririm.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, büyük tarihe sahip olan bir parlamentodur. Biz kardeş Türk halkının daha 77 sene önce böyle bir parlamento, Büyük Millet Meclisi kurmasını eski zamanlarda da, bugün de hep çok takdir ettik ve ben TBMM`nin katettiği tarihi yola, Türkiye halkının tarihinde ve yaşamında gösterdiği hizmetlere, elde ettiği başarılara saygılarımı bugün de ifade ediyorum. Türk halkı, Doğu bölgesinde, müslüman bir ülkede, Avrupa ile Asya`nın, Batıyla Doğunun birbirine kavuştuğu yerde 20.yüzyılın başlarında demokratik ilkeleri, yasa ve kuralları, hakkı hukuku, eşitliği, özgürlüğü sağlayan bir halktır. Onun için de o dönemde TBMM`nin kurulması sadece Türkiye için değil, Türk dünyası, keza müslüman ülkeleri, doğu ülkeleri için önemli bir gelişmedir.

TBMM, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk`ün, silah arkadaşlarının, yandaşlarının çabaları sonucunda, o dönemde Türkiye`de halkı daha ileriye götürmek, kültüre, demokrasiye kavuşturmak isteyen düşünürlerin çabaları sonucunda kurulmuştur. Fakat en büyük mutluluk şu ki, Büyük Millet Meclisi 77 senedir faaliyet gösteriyor, büyük sınavlardan geçmiştir, seçtiği yolda kararlılıkla mesafe almaktadır ve Türkiye`nin, uluslararası camiada önemli bir yer edinmesi için çok büyük çalışmalar yapmış, büyük hizmetlerde bulunmuştur.

Biz önceki zamanlarda, Sovyet iktidarı döneminde, Sovyetler Birliği devletinde yaşadığımız sırada basında, kitaplarda, gazetelerde Türkiye`nin yaşamını sürekli takip ediyorduk. Türkiye ile Azerbaycan`ın birbirine bağlılığı, kardeşliği bizim ilgimizi çekmiştir. Fakat her ilgilendiğimizde dünya basınında TBMM`nin faaliyetiyle ilgili çıkan yazılar bizi hayran ediyordu. Türkiye`nin, kudretli bir devlet olarak hak ettiği bir parlamentoya da sahip olması bizi hayran bırakıyordu.

Biliyorsunuz, Azerbaycan bağımsızlık kazandıktan sonra, 1995 yılının sonunda demokratik ilkeler, çok partili düzen temelinde ilk parlamento oluşturuldu ve şuan da faaliyetini sürdürüyor. Burada, şu salonda Azerbaycan Parlamentosu`nun 17 milletvekili bulunuyor. Azerbaycan Parlamentosu, TBMM tecrübesinden şimdiye kadar faydalanmıştır ve bundan böyle de faydalanacaktır.

Büyük Millet Meclisi`nin birikimlerinin sadece Azerbaycan için değil, demokrasi, bağımsızlık yolunda ilerleyen diğer yeni devlteler için, aynı şekilde Türk dili konuşan, Türk kökenli devletler için çok büyük bir ekol, kaynak olduğunu düşünüyorum. Bu arada sizin de bu birikiminizi paylaşmaktan asla çekinmeyeceğinizi, hem Azerbaycan`ın hem diğer ülkelerin parlamentolarına elinizden gelen yardımı yapacağınızı sanıyorum.

Türkiye Cumhuriyeti ve Büyük Millet Meclisi aynı geçmişe sahiptir. Şimdi 20 yüzyılın sona erdiği ve 21.yüzyıla doğru yol aldığımız bir dönemde biz Türkiye Cumhuriyeti`nin kuruluşunun ve katettiği tarihi yolun dünya için, özellikle Türk dünyası, Türk Dili konuşan devletler için ne kadar önemli olduğunu daha derinden anlıyoruz. Bugün sizin gibi, biz de Türkiye Cumhuriyeti`nin kurucusu, büyük Mustafa Kemal Atatürk`ün Türkiye Cumhuriyeti`nin kurulmasına ve bu Cumhuriyetin ayakta kalmasına, gelişmesine, Türkiye`nin kudretli bir devlet olmasına, TBMM`nin bu denli üstün konumda bulunmasına yönelik hizmetlerini bilhassa vurguluyoruz. Dün sabah Mustafa Kemal Atatürk`ün mezarını ziyaretim sırasında yaptığım gibi, bugün de ben onun ruhu, anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

Türkiye, Azerbaycan`ın yakın dostudur, kardeşidir, bize en yakın ülkedir. Türkiye ile Azerbaycan arasında, Türk halkı ile Azerbaycan halkı arasında ilişkilerin eski ve çok zengin tarihi geçmişi vardır. Biz yüzyıllar boyunca birlikte yaşadık, ülkemizi, ulusumuzu, dinimizi, dilimizi, milli geleneklerimizi koruduk, sürdürdük ve bugün de bir aradayız. Azerbaycan halkı, Türkiye ile dostluktan büyük mutluluk olarak duyuyor. Türkiye ile mevcut ilişkilerin daha üst düzeye çıkarılmasına çalışıyoruz.

Tarihi köklerimiz sizin için de, bizim için de değerlidir. Yunus Emre de, Dede Korkut da, Manas da, Fuzuli de, Nizami de kıymetlimizdir. 20.yüzyılda çalışmalar yapmış şahıslar da, keza Tevfik Fikret de, Reşat Nuri de ve Azerbaycan halkının 20.yüzyılda yetiştirdiği büyük yazarlar, şairler, besteciler, bilimadamaları da değerlidir. Asıl onlar - halklarımızın öncü düşünürleri hep bizi birbirimize bağlamış, birbirimize kenetlemişler.

20.yüzyılda hem Türkiye`nin, hem Azerbaycan`ın hayatında çok önemli süreçler, dönüşümler yaşandı. Türkiye`de imparatorluk çöktü, Türkiye zor duruma düştü. Fakat, tekrar söylüyorum, asıl Mustafa Kemal Atatürk`üm bilgeliği sonucu çökmüş olan Türkiye İmparatorluğu yerine Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.

19.yüzyılın başında Azerbaycan bağımsızlığını kaybetti. 20.yüzyılın başında -1918 yılında Azerbaycan`da ilk demokratik Cumhuriyet kuruldu, fakat kısa süre yaşadı, ardından Sovyet iktidarının kurulması nedeniyle bu cumhuriyet yıkıldı. Bu yıllar zarfında - Birinci dünya savaşı sırasında ve daha sonraki dönemde Türkiye hem çok muazzam, zorlu, acılı süreçler, hem savaşlar yaşadı. Kafkasya`da da, Azerbaycan`da savaş yaşandı.

Azerbaycan, 1918-1920 yılları arasında büyük tehlikelerla karşı karşıya kaldı. Çeşitli yönlerden baskılar, Bakü petrolünü ele geçirme girişimleri Azerbaycan halkını büyük zararlara uğrattı. O yıllarda -1918-1920 yıllarında Azerbaycan`a en ağır darbeler, yaralar Ermenilerin Bakü`de, Gence`de, Karabağ`da, Nahçıvan`da ve ülkenin diğer yerlerinde yaptıkları katliamlar odu. O yıllarda Türkiye bizim, Azerbaycan`ın yanında oldu. Türkiye`nin kahraman evlatları, Türkiye`nin Kafkasya Ordusu Azerbaycan`a gelerek birçok yerlerde halkımızı Ermenilerin yaptıkları katliamlardan kurtardı. Biz bunları asla unutmadık ve unutmayacağız.

Sonra ise biz 70 yıl birbirimizden uzak kaldık. Fakat Türkiye, bu zaman diliminde bir cumhuriyet, bağımsız bir devlet olarak gelişti, Azerbaycan ise bağısmızlığını kaybederek Sovyetler Birliği sınırları içinde bulundu. Bizi pekçok şeyden yoksun bırakmaya çalıştılar. Ne var ki başarılı olamadılar. Yani bizim kökümüzden gelen ulusal ahlakımız, değerlerimiz yaşadı. Ben bugün şunu büyük gururla söylüyorum, zira ben burada bağımsız Azerbaycan`ı temsil ediyorum - 19.yüzyılda da, 20.yüzyılda da ne kadar ağır sıkıntılarımız olsa da, biz ana dilimizi, öz dilimizi, İslam dinimizi, milii geleneklerimizi, değerlerimizi hep yaşattık. Bununla birlikte halkımız bu seneler zarfında yüksek eğitim aldı, uygarlığa kavuştu. Şimdi Azerbaycan halkı yüksek kültürlü, eğitimli, bilgili bir halkır ve milli manevi değerlerimizin evrensel, uluslararası değerlerle bileşimi, sentezi halkımızın kimliğini oluşturuyor. Onun için Azerbaycan, şimdi milli, aynı zamanda laik, uygar bir ülkedir.

Biz bu yılları yaşadık, atlattık. Kayıplar verdik, zararlara uğradık. Fakat her şeye dayandık. Ama en büyük mutluluk Azerbaycan`ın, nihayet, ulusal özgürlüğüne, bağımsızlığına kavuşması ve bağımsızlığını pekiştirmiş, güçlendirmiş olmasıdır. Şimdi Azerbaycan, Dünya Birliği`ne katılmıştır, tüm uluslararası örgütlere üye olmuştur, uluslararası toplumun eşit haklara sahip devletidir. Azerbaycan`ın bağımsızlığı halkımızın tarihi başarısır, biz bununla gurur duyuyoruz ve bağımısızlığı gözümüz gibi koruyacağız. Ne kadar zor olsa da, ne kadar baskılar olsa da biz bağımsızlığımızı asla kaybetmeyeceğiz. Sizin huzurunuzda tüm sorumluluğumla beyan ediyorum, Azerbaycan`ın bağımsızlığı ebedidir, geri alınamaz, bozulamaz.

Azerbaycan, bağımsızlığını kazandığı sırada çok zorlu süreçlerle karşılaştı. Bildiğiniz üzere, 1988 yılında, Azerbaycan, henüz Sovyetler Birliği üyesi olduğu dönemde Ermenistan`ın Azerbaycan`a yönelik askeri saldırısı başladı. Dağlık Karabağ`ı Azerbaycan`dan koparıp Ermenistan`a bağlama girişimi sadece Azerbaycan`a yönelik bir saldırı değildir. Ermenilerin hülyası "Büyük Ermenistan" hülyasıdır. Bu hülyayı siz iyi biliyorsunuz.

Siz biliyorsunuz, İkinci Dünya Savaşı`ndan sonra Sovyetler Birliği güçlendi ve Türkiye topraklarına yönelik iddialar başlandı. Bir yandan Sovyetler Birliği, Türkiye`nin doğusunda bulunan illerin Ermenistan`a ait olduğunu beyan etti, bu tarz yazılar yayınlandı, bu tarz iddialar ortaya çıktı. Öte yandan Türkiye`nin diğer bölümünün Gürcistan`a mensup olduğu yönünde açıklamalar, yazılar yayınlandı. İşte böyle süreçler, böyle iddialar başladı.

Şimdi bunu fırsat bilerek şunu da söylemek istiyorum, İkinci dünya savaşından sonra Türkiye`nin başında bulunan kişiler büyük Atatürk`ün vasiyetlerine bağlı kalarak çok doğru bir politika izlediler ve o zorlu dönemde, Türkiye`ye yönelik toprak iddialarının öne sürüldüğü bir dönemde Türkiye yöneticileri halkın, devletin, ülkenin bütünlüğünü korumayı başardılar.

Yani söylemek istediğim şudur, 1988 yılında Azerbaycan`ın Dağlık Karabağ İlini ele geçirmek için Ermenistan`ın başlattığı saldırı bir rastlantı değildi. Tekrar söylüyorum, bu, "Büyük Ermenistan" hülyasıdır. Onlar hep bu iddialarla yaşadılar ve bugün de yaşıyorlar. Eğer şimdi Azerbaycan`a saldırmışlarsa, yarın başka bir yere saldırırlar. Zira onlar bu niyetlerinden vazgeçmemişler.

Fakat ben Azerbaycan`da yaşanan süreçleri anlatmak istiyorum. Bağımsızlık kazandığımızda biz böyle bir saldırı altında kaldık ve Dağlık Karabağ, hemen hemen Azerbaycan`ın kontrolünden çıkmıştı. Bunun ardından Azerbaycan`da yaşanan bazı süreçler, bazı objektif ve sübjektif nedenler yüzünden Ermenistan silahlı kuvvetleri topraklarımızın bir bölümünü daha işgal etmeyi başardılar. Şimdi Azerbaycan topraklarının yüzde 20`si Ermenistan silahlı kuvvetlerinin işgali altında bulunuyor. Bir milyonu aşkın Azerbaycan vatandaşı, sizin kardeşleriniz bu topraklardan sürülmüşler, şuan mülteci durumundalar, çoğu çadırlarda yaşıyor. Azerbaycan`ı ziyaret sırasında sizin temsilcileriniz hatta Bakü kentinde çeşitli yerlerde o mültecileri gördüklerinde, bazıları ise çadır kamplarına, kampüslere gidip onların zorlu durumunu gördüklerinde halkımızın ne kadar acılı bir durumda yaşadıklarını tüm içtenlikleriyle hissediyorlar.

Böylece biz bağımsızlık kazandığımızda çok mutlu olduk. Fakat aynı zamanda son derece büyük bir bela ile karşı karşıya kaldık. Bildiğiniz üzere üç sene önce 12 Mayıs 1994 tarihinde - ki bir hafta sonra üç yıl dolacak- Azerbaycan ile Ermenistan arasında ateşin kesilmesi ile ilgili anlaşma sağlanmıştır. Üç senedir, ateş yok. Bu, büyük bir başarıdır - kan dökülmüyor, şehit vermiyoruz, insanlarımız bir anlamda huzura kavuşmuşlar. Ancak verdiğimiz şehitlerin acısı, insanların hem vücudunda, hem kalbinde bulunan yaralar bize hep acı veriyor.

Ateşkesin üç sene devam etmesi olumlu bir durum olmakla birlikte, kalıcı barışın sağlanması, Ermenistan-Azerbaycan sorununun son bulması ve Azerbaycan`ın işgal edilmiş topraklarının kurtarılması, sürülmüş Azerbaycan vatandaşlarının kendi yerlerine, yurtlarına geri dönmesi önümüzde duran başlıca görevdir. Biliyorsunuz, biz bu sorunu çözmek için uğraşıyoruz. Büyük memnuniyetle size şunu söylemek isterim ki, Ermenistan`ın Azerbaycan`a yönelik saldırıyı başlamasından itibaren Türkiye, onun halkı, Türkiye devleti, Türkiye Cumhuriyeti Azerbaycan`ın yanındadır, Azerbaycan ile aynı cephededir. Siz her zaman bizim acımızı paylaştınız ve bu sorunun çözümünde Türkiye`nin desteğini, gerçek ilgisini hep hissettik ve hissediyoruz.

Son üç yılda yapılan görüşmelerde,- bildiğiniz üzere, bu görüşmeler AGİT Minsk Grubu aracılığıyla yapılmaktadır, - Türkiye, Minsk Grubu üyesi olarak çok aktif şekilde yer alıyor, pek çok öneri sunuyor. Bu konu dün de çok detaylı görüşüldü ve Türkiye Cumhurbaşkanı, ülkenin diğer yetkilileri Ermenistan-Azerbaycan sorununa son verilmesi ve Azerbaycan`ın bu felaketten kurtulması için ileride de yeni adımlar atacaklarını, yeni girşimlerde bulunacaklarını bildirdiler.

Şimdi Minsk Grubu`nun üç eşbaşkanı bulunuyor: Rusya, Amerka Birleşik Devletleri ve Fransa. Ermenistan-Azerbaycan sorununun barışçıl yoldan çözümlenmesi için geçen sene Aralık ayında yapılan AGİT Lizbon Zirvesi`nde ilk defa özel bir belge - Lizbon Bildirisi kabul edildi. Bu bildiride sorunun barışçıl yoldan çözüme bağlanmasına yönelik ilkeler belirtildi. Bunlar üç temel maddeden oluşuyor. Birincisi, Ermenistan`ın ve Azerbaycan`ın toprak bütünlüğünün tanınması, nitekim Ermenistan, Azerbaycan`ın toprak bütünlüğünü tanımak istemiyordu; Dağlık Karabağ`a Azerbaycan Cumhuriyeti sınrıları içinde en geniş özerklik, otonomi hakkının tanınması; üçüncüsü Dağlık Karabağ`ın tüm nüfusunun, yani Ermeni ve Azerbaycanlı nufusun güvenliğinin güvence altına alınması.

İşbu belge AGİT`in 54 üyesinden 53`nün cumhurbaşkanlarınca desteklendi ve onaylandı. Yalnız Ermenistan buna karşı koydu. Böylece, biz tarihi bir belge elde ettik. Şimdi hedefimiz, işbu ilkeler temelinde, Lizbon ilkeleri temelinde barış görüşmelerini pekiştirmek, hızlandırmak ve 1997 yılında bu soruna son vermektir.

Lizbon görüşmesinden sonra Minsk Grubu eşbaşkanları değişti. Önceki eşbaşkanlar Rusya ile Finlandiya idi, Lizbon Zirve görüşmesinden sonra üç eşbaşkan oldu: Rusya, Fransa ve Amerika. Eğer üç büyük devlet bu sorunun çözümü için Minsk Grubuna eşbaşkanlık görevini üstlenmişse, büyük sorumluluk almışsa, şu durumda bu sorumluluğu yerine getrimeleri gerekir diye düşünüyorum. Biz bu tür görüşmeler yaptık, kendi görüşümüzü aktardık ve muhtemelen kendilerinden, bu üç devlettten çok büyük girişimler bekliyoruz.

Kuşkusuz ki, bu sorunun çözüme kavuşmasında Türkiye`nin yine büyük rolü vardır ve bugün de, yarın da olacaktır. Biz Türkiye`nin, şimdiye kadar olduğu gibi, bundan böyle sorunun çözümüne etkin katılımını istiyoruz.

Nitekim Azerbaycan altı senedir bağımsızlık ortamında yaşıyor ve böyle bir dış saldırı sonucu ülkemiz zor duruma düşmüştür. Biliyorsunuz, o yıllarda Azerbaycan`da yurtiçi durum istikrarlı değildi. Ne yazık ki, Ermenistan-Azerbaycan savaşı sırasında Azerbaycan`da çeşitli yasadışı silahlı çeteler ortaya çıktı. Hatta bazı devlet adamları, devlet başkanlığını yürüten kişiler devlet organlarında bulunan silahlı kişilerin yanı sıra kendilerine bağlı silahlı gruplar oluşturdular. Hiç kuşkusuz, bu silahlı gruplar bir yandan yasaları ihlal ediyor, suç işliyor, diğer yandan her silahlı destenin lideri bu silahlı desteğe güvenerek iktidar mücadelesi veriyordu.

Siz biliyorsunuz, 1992 senesinde böyle bir durumda iken Azerbaycan`da iktidar değişti, yeni bir güç - Halk Cephesi temsilcileri iktidara geldiler. Onlar bir sene iktidar oldular ve haziran 1993`te Azerbaycan`da devlet krizi yaşandı. Öteki silahlı çeteler bu iktidarı devirmeye çalıştılar. Onlar büyük güç topladılar, Ermenilerle savaşın sürdüğü bir dönemde Bakü`ye saldırmak için cepheden silahları, tankları, topları geri çekerek bir bölümünü Gence kentine topladılar. Başka bir bölümünü ise kendilerini savunmak için Bakü`ye getirdiler. Böylece, Ermeniler bu durumu fırsat bilerek Azerbaycan`a ağır darbeler indirdiler. Bir yandan, Azerbaycan`ın birkaç bölgesi de işgal edildi, öte yandan ülke içinde ihtilaflar da arttı ve Azerbaycan`da iç savaş başlandı. Azerbaycan artık bölünmek üzereydi.

Bildiğiniz üzere, Haziran 1993`te böyle bir zorlu durumda bulunan halkın isteği üzerine ben Nahçıvan`dan Bakü`ye gelmek zorunda kaldım ve 15 Haziran 1993 tarihinde Azerbaycan Parlamentosu Başkanı görevini üstlendim. Ben bir anlamda size hesap veriyorum. Zira Siz Türkiye Büyük Millet Meclisi`siniz, bizim dost ülkenin millet meclisisiniz. Ben kendi parlamentomuza hesap veriyorum. 15 Haziran 1993 tarihinde ben meclis başkanlığı görevini üstlendim. Fakat bundan üç gün sonra dönemin Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ebülfez Elçibey gizlice görevi bıraktı ve Bakü`den kaçtı. Kendisi hâlâ Bakü`ye dönmemiştir.

Şimdi düşünün, ben Azerbaycan`da yalnız kaldım - cumhurbaşkanı yoktu, başbakan yoktu. Bu yüzden ben hem parlamento başkanı, hem de sizin tabirinizle, cumhurbaşkanı vekili olarak, yani onun yetkilerini üstlenen şahıs olarak faaliyete geçmek zorunda kaldım. Ama durum normal değildi. Güneyde, İran sınırına yakın bölgede kalabalık bir grup silahlı "Talış Cumhuriyeti" kurdu.

Benim söylediklerimi anlıyor musunuz? Ben sizin şivenizle de konuşabilirim. Fakat siz de bizim şiveyi öğrenin diye mahsus konuşmuyorum.

Orada bir "Talış Cumhuriyeti" kurdular, Azerbaycan`ın büyük bir bölgesini ele geçirdiler. Bir zamanlar Ebülfez Elçibey tarafından cumhurbaşkanının Dağlık Karabağ yetkili temsilcisi olarak atanmış olan Suret Hüzeynov`a en üst düzey askeri görev verildi, güya kendisi savaşı yönetecek ve Ermenilerin önüne geçecekti. Oysa kendisinin bu konuda herhangi askeri eğitimi yoktu. Önceleri yün fabrikasında müdür olarak çalışmış, toplam 35 yaşında, bununla birlikte mafya usulü yasalara aykırı çok işler yapan bir kişiye böylesine yüksek mevkiyi emanet ettiler. İşte böyle biri hem cumhurbaşkanının yetkili temsilcisi hem başbakan yardımcısı olarak görev yapıyordu. Öte yandan şöyle düşünüyordu, gencim, mevki sahibi biriyim ve bir adım daha cumhurbaşkanı olabilirim. Bu yüzdendir ki silahları bir araya toplayarak Bakü`ye saldırmaya başladı.

Ben Bakü`ye geldiğimde onlar kendi güçlerini Gence`ye konuşlandırdılar ve "Talış Muğan Cumhuriyeti" kurmuş kişilerle müttefik oldular. Siz biliyorsunuz, o sırada çok haysiyetsiz bir kişiyi - Rehim Gazıyev adlı bir adamı, önceleri güya Halk Cephesi`nin liderlerinden birisini de savunma bakanı yaptılar. Kendisi bir yandan başka bir ülkenin istihbarat birimine, yabancı bir istihbarat servisine çalışıyordu, aynı zamanda çok beceriksiz ve işini bilmeyen bir adamdı, yani ne savaş görmüş, ne askeri eğitim almıştı, bir yerlerde öğretmenlik yapmış, üstelik sıradan bir yerde çalışmıştı.

Değerli arkadaşlar, o zaman işte böyle bir durum oluşmuştu. Ben yalnız kalmıştım. O sırada Gence`den saldırılar sürüyordu. Böyle bir ortamda Azerbaycan`ı krizden çıkarmak gerekiyordu. Zamanınızı fazla almak istemiyorum, bu konuda çok şey anlatılabilir. Biz Azerbaycan`ı krizden çıkardık. Fakat o dönemde ben mecburen bu Suret Hüseynov`u Azerbaycan başbakanı olarak atadım. Zira bundan başka yol yoktu.

Onun denetiminde çok büyük askeri birlikler vardı. Ben o sırada belki kendisini eğitirim diye başbakan olarak atadım. Ayıyı ormanda yakalayıp getirip ona pek çok şey öğretmek mümkün,- bazen hatta dans bile eder. Ne var ki bu tür insanları eğitmek mümkün değildir. Öylesine dar kafalıydı ki, bizim istediğimiz işleri yapamazdı. Nihayet, ekim 1994`te beni de devirmek için yeni bir savaşa başladı. Siz bunu biliyorsunuz. Evet, onun kontrolünde silahlar vardı. Fakat tekrar söylüyorum, benim elimde silah yoktu. Nitekim kendisi başbakan olduğu için silahlar onun kontrolünde bulunuyordu.

Fakat halk benim yanımdaydı. Bu yüzden ben televizyondan halka seslendim ve iki saat içinde, geceleyin saat 11`i geçe yarım milyon kadar Bakü sakini Cumhurbaşkanlığı sarayı önündeki alana toplandı, tüm binayı kuşattılar ve beni savundular. Darbe girişiminde bulunmak isteyenler bunu görüp kaçtılar. İkinci gün Azerbaycan`ın Azatlık Meydanı`na, - bu meydanı siz biliyorsunuz, - bir milyondan fazla kişi geldi. Halk beni destekledi ve savundu. Darbe yapmak isteyen bu kişiler Rusya`ya kaçarak orada saklandılar. O zamandan bu yana iki seneden fazla zaman geçmiştir ve biz onları teker teker bulup Rusya`dan getirdik. Nihayet bir ay önce şu Suret Hüseyinov`u Rusya`nın eyaletlerinden birinde yakalayıp getirdik. Şimdi Bakü`de hapishanededir. 1993 yılında bu eylemi yapan ve Azerbaycan`da kriz çıkaran Rehim Gazıyev de Moskova`ya kaçtı. Biz onu da yakalayıp getirdik. Mahkeme ona ceza kesti ve şimdi kendisi hapishanede tutuklu bulunuyor.

"Talış Cumhuriyeti" kuran Alikram Humbetov isimli bir kişi vardı. Yabancı istihbarat organları kendisini hapishaneden kaçırıp başka bir yere saklamışlardı. Biz onu da bulup getirdik.

Böylece, biz bunların önüne geçtik. Fakat, değerli kardeşler, bilin, Azerbaycan`da bu hastalık,- buna Ruslar "zaraza" diyorlar,- bu hastalık öylesine derine işlemiş ki, silahı bulunan kişiler silah gücüyle yönetimi ele geçireceklerini sanıyorladı. Ekim 1994`ten mart 1995`e kadar İçişleri Bakanlığı`nda özel polis birliyi vardı, - o iktidarın denetiminden çıkmıştı ve iktidar olmak istiyordu. Bu birliyin lideri içişleri bakan yardımcısı olmasına rağmen hükümete itaat etmiyordu. Çevresinde silahlı ve çok deneyimli bir hayli kişi vardu. Yine bir problem çıktı. Bana, "Haydar Aliyev istifa etmelidir aksi takdirde kendisini öldüreceğiz" şeklinde bir ültimatom yolladılar. Ben bu tarz olayları çok yaşadığımı ve korkmadığımı söyledim. Ben kendileriyle çok görüşme yaptım, onları ikna etmek istedim. Ancak ikna olmadılar.

Ne yazık ki, o sırada bizim Azerbaycan`da bulunan birçok siyasi parti de gizlice onlarla temasa geçti. Bizim derdimiz budur. Bizim derdimiz yalnız Ermenistan`ın saldırısı değildir, derdimiz içimizde bulunan derttir. Onlar bu albayın gelip Haydar Aliyev`i mahvedeceğini, devireceğini, ardından herkesin kendi payına düşeni alacağını umuyorlardı. Kimin payına ne düşecek, Allah biliyor. Ben onları ikna etmek için çok uğraştım, fakat mümkün olmadı.

1995 yılı Mart ayında ben Kopenhag`da uluslararası bir toplantıya katılıyordum. Onlar bir plan yapmışlar, Bakü`ye dönüşte beni havaalanında öldürecek ve iktidarı ele geçireceklerdi. Ben bugün şu gerçeği söylemeliyim, benim değerli dostum Süelyman Demirel Kopenhag`daki son görüşmemizde böyle bir tehlike konusunda beni uyardı. Kendisine çok teşekkür ederim. Ben Bakü`ye planlanan zamandan önce döndüm. Bu yüzden onlar bu planı uygulayamadılar. Fakat o sırada onlar Azerbaycan`ın birkaç bölgesinde, Gürcistan ve Ermenistan sınırında bulunan bölgelerimizde yönetimi ele geçirmişlerdi. Ben beş-altı gün kendileriyle konuştum, ikna etmek istedim, kan dökmemelerini, hiçbir şey yapamayacaklarını ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı olarak benim Azerbaycan`ın bağımsızlığını koruma gücünde olduğumu anlattım.

Eğer herhangi hain düşman kurşunu beni mahvedecek olsa bile ben Azerbaycan`ın bağımsızlığı uğruna kurban gitmeye, şehit olmaya hazırım.

Ne yazık ki, onlar 17 Mart`ta geceleyin Cumhurbaşkanlığı Sarayına, televizyon binasına, Savunma Bakanlığı`na ve İçişleri Bakanlığı`na saldırdılar. Operasyonlar gece boyunca sürdü. Nihayet, biz bunların önüne geçmeyi başardık ve onlar etkisiz hale getirildi. Ben sizinle açık konuşuyorum, siz benim kadeşlerimsiniz ve ben kendi ülkeme gelmiş gibiyim. Maalesef, bu ikinci darbe girişimine birkaç siyasi parti üyesi katıldı. Çok tuhaf olan durum şu ki, birbirine zıtlaşan insanlar, örneğin Azerbaycan`da kısa süreliğine cumhurbaşkanlığı yapan ve 1992 senesinde Moskova`ya kaçan, hâlâ Moskova`nın himayesinde saklanan Mütellibov bir yandan, sizin tanıdığınız ve kaçarak Nahçıvan`ın Keleki koyüne saklanan Ebülfez Elçibey öte yandan, Azerbaycan Musavat Partisi temsilcisi, bizim eski Dışişleri Bakanı Tevfik Kasımov ve birçok başka insanlar büyük güce sahip olduklarını ve hakikaten gelip bizi devirebileceklerini sandılar, yönetimi ele geçirecekleri takdirde Devlet Konseyi kurulacağı konusunda anlaştılar. Bir düşünün, bu suçlu, konseyin başına geçecek, Mütellibov, Keleki`de dağda yaşayan Ebülfez Elçibey ve başka partilerin temsilcileri onun denetimi altında çalışacaklardı. Mazzallah, sizin ülkeniz öyle günler yaşamasın.

Biliyor musunuz, şunu üzülerek söylüyorum, bu darbe girişimine birkaç Türk vatandaşı da katıldı. Ben daha önce bundan kimseye bahsetmedim ve bir zamanlar saklıyordum, zira bu olayları atlattığımızı, Türkiye-Azerbaycan ilişkilerine hiçbir şeyin gölge düşürmemesi gerektiğini düşünüyordum. Ne var ki şu darbe planını yapan kişilerden birini - Ferman Demirkol isimli şahsı biz daha sonra serbest bıraktık ve kendisi gizlice buraya, Türkiye`ye geri döndü. Bize burada kendisinin sessiz sakin yaşayacağı sözünü verdiler. Böyle olduğu takdirde ben de bu konuyu açmayacağımızı söyledim. Fakat sizin televizyonda, gazetelerde bu adamın nereden geldiği üzerine haberler yayınlandı. Peki kim bu adam? Bir zamanlar, yani Halk cephesi iktidarı döneminde Azerbaycan`a gelmiş, - burada sizin TİKA diye bir teşkilatınız var,- bu teşkilatın bölge temsilcisi olarak görevlendirilmiş, ücret almıştı. Bununla birlikte kendisi Azerbaycan Parlamentosuna danışmanlık görevine getirilmiş, aynı zamanda Azerbaycan Devlet Üniversitesi`ne öğretim görevlisi olarak atanmıştı. Gel gelelim ne danışmanlık yapmış, ne TİKA`nın çalışmalarıyla ilgilenmiş, ne de öğretmenlik yapmıştı,- şu suçlularla birlik olmuş ve onlarla beraber bu darbe planını hazırlamıştı. Kendisine de Devlet Konseyi üyeliği ve burada bir makama getirileceği sözünü vermişler.

Diğer Türk vatandaş - Kenan Gürel de bu işin içinde oldu. Ne yazık ki, onlar Türkiye`den bazı şahıslarla temasta olmuş ve sonuna kadar darbe planında iştirak etmişler. Biz bunları hissetmiştik, ancak konu açıldıktan sonra kesin emin olduk.

Ne var ki tüm bunlar geride kalmalı. Biz bunları da atlattık. Şu darbe girişiminde bulunan bazı kişiler kaçtılar, yine Moskova`da, Batıda, başka ülkelerde saklandılar. Onların bir kısmı Türkiye`de saklanıyorlar ve ben emniyet organlarından onları bulup Azerbaycan`a teslim etmelerini istedim. Maalesef şimdiye kadar bunu yapmadılar. Onlar kaçtılar, yine Rusya`da saklandlılar. Bundan sonra da birkaç suikast eylemi oldu, biz bunların da önüne geçtik.

Sizin zamanınızı alıyorum, özür dilerim. Ben bunları size anlatıyorum, zira bizim hayatımızla ilgili herşeyi olduğu gibi bilmeniz gerekir. Bunları size bizim bağımsızlık yolunun ne denli acılı, zorlu, dikenli olduğunu bilin diye söylüyorum.

Şimdi ben size söylüyorum ki, tüm bunlara rağmen, Azerbaycan`da huzur tamamen sağlanmıştır. İç sosyopolitik durum tam istikrarlıdır. Saklanarak Rusya`ya ve başka ülkelere yerleşen çeşitli terör grupları, hiç kuşkusuz, yine var, onlardan henüz tam anlamıyla kurtulamadık. Tesadüfen yine bir olay çıkabilir. Fakat biz huzuru, yasal düzeni sağladık. Herkes kendi işini biliyor, hukukun egemenliğini, üstünlüğünü sağladık.

Şimdi insanlar huzur içinde yaşıyorlar. Böyle bir ortamda biz Azerbaycan`ın iç sorunları ile ilgilenme fırsatını buluyoruz. Biliyorsunuz, 1995 yılı sonunda biz çok partili düzene geçerek ilk defa demokratik ilkeler temelinde bağımsız Azerbaycan`da ilk defa demokratik parlamento seçimlerini yaptık. 1995 yılı Kasım ayında biz Azerbaycan`ın ilk demokratik anayasasını kabul ettik. Bizim bu anayasamız Azerbaycan`da laik, demokratik, hukuk devletini kurmaya yönelik ilkeleri barındıran bir anayasadır. Bu anayasa ile Azerbaycan`da tüm temel özgürlükler güvence altına alınmıştır. Düşünce ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, düşünce farklılığı, din ve vicdan özgürlüğü, tüm insanların hukuksal eşitliği sağlanmıştır.

Çok partili sistem yerleşmiş ve her normal partinin Azerbaycan`da faaliyet göstermesi için uygun ortam sağlanmıştır.

Azerbaycan`da 30`dan fazla yasal parti bulunuyor, etkin durumda, 600 kadar gazete çıkıyor, bunlardan yalnız birkaçı Azerbaycan`ın resmi devlet gazetesidir. Diğerleri farklı teşkilatların gazeteleridir ve üstelik çoğu muhalif gazetelerdir.

Böylece, biz Azerbaycan`da demokratik hukuk devletinin yapılanma sürecini yasal yönden, Anayasa ve kanunlarımızla temin ettik, bunu geliştiriyoruz.

Azerbaycan`da ekonomik reformlar uygulanıyor. Bunlar 1995 yılının ikinci yarısında, 1996 yılında ve şimdi, 1997 yılının başında olumlu sonuçlarını verdi. Reformlar neden ibaret? Azerbaycan ekonomisi piyasa ekonomisi yolunda ilerliyor. Girişimcilik büyük bir gelişme kaydetmiştir. Özelleştirme programı kabul edilmiştir, uygulanmaktadır, tüm mülkler özelleştiriliyor. Biliyorsunuz, önceleri Azerbaycan topraklarının tamamı devletin elinde idi, kolhoz ve sovhozun malıydı. Biz çok ciddi ve cesur bir adım atarak toprak reformu yasasını kabul ettik. Bu yasa uyarınca Azerbaycan toprakları üzerinde büyük oranda özel mülkiyet hakları tanınmaktadır.

Size şunu da belirtmek isterim, eski Sovyetler Birliği üyesi olan şimdiki bağımsız ülkelerin hiçbirinde böylesine ilerici ve cesur bir yasa kabul edilmemiştir. Biz bu yasayı üç sene zarfında yerine getireceğiz, tüm topraklar üzerinde özel mülkiyet hakkı tanınacaktır. Nitekim bu yasanın artık uygulanmasının ardından bazı bölümlerde sonuç sağlanmıştır. Örneğin, hayvancılık sektörü tamamen özelleştirme kapsamına alınmıştır. Özelleştirmeden sonra Azerbaycan`da et, süd, yağ problemimiz yoktur.

Ben size bir şeyi söylemek istiyorum, - belki, bu sizin ilginizi çeker. Azerbaycan Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği döneminde kendi et ve süt ihtiyacını karşılayamıyordu. Biz pamuk üreterek Rusya`ya veriyor, Rusya ise bize et gönderiyordu. Fakat eti zamanında yolamıyordu, bu nedenle nüfusumuzun et ihtiyacını yeterli düzeyde karşılayamıyorduk. Ekmek ihtiyacını da karşılayamıyorduk, zira pamuk üretiyorduk, buğdayı ise Rusya`dan alıyorduk. Şimdi reformları uyguladıktan, ticareti liberalleştiridkten, hayvancılığı özelleştirdikten sonra problem yok. Tüm kara mal özel mülkiyettir. Ekmek üretimi özel mülkiyettedir, devlet ekmek ile uğraşmıyor.

Bu sorunların hepsini çözdük.

Böylece, Azerbaycan`da ekonomik reformlar hızla uygulanıyor ve bir-iki yılda Azerbaycan ekonomisinde önemli değişimler yaşanacaktır. Fakat size şunu söylemek istiyorum, 1996 yılı son altı-yedi yılın belli bir dönüşüm yılı oldu. Yani, olumlu eğilimler yılı oldu. Önceki yıllarda üretim, özellikle sanayi ve tarım sektöründe her yıl yüzde 10-15 oranında bir düşüş kaydetti. 1996 yılında sanayi üretimi yüzde 6 oranında geriledi, ne var ki bu rakam 1995 yılında yüzde 24`tü. 1997 yılının ilk üç ayında biz bu gerilemeyi durdurduk, tam tersi üretimde belli bir gelişme başladı. Geçen sene tarımsal üretim yüzde 3 oranında arttı.

Türkiye ile Azerbaycan arasında ticari ilişkiler, ticaret hacmi son iki yılda 3 katı arttı. Doğru, bu, mutlak rakamlar olarak pek fazla değil,- bizim ilişkilerimizin daha yaygın, rakamların daha büyük olması gerekir,- ve bu ticaret ilişkilerinde Türkiye`den Azerbaycan`a nakledilen mal hacmi Azerbaycan`dan Türkiye`ye nakledilen mal hacminden daha fazladır. Bu da doğaldır, biz buna karşı değiliz. Ne var ki bu miktar artmalıdır ve biz bunu artırmaya çalışıyoruz, bundan böyle de çalışacağız.

Biliyorsunuz, biz Azerbaycan`a yabancı sermaye çekmek için çok çaba gösteriyoruz. 1994 yılının ekim ayında biz ilk büyük petrol anlaşmasını imzaladık, dünyada buna "Yüzyılın Anlaşması" adı verildi. Bu anlaşma gereğince, dünyanın 11 büyük petrol şirketi 30 sene zarfında Azerbaycan`da ortak petrol çıkaracak. Anlaşma uyarınca çıkarılacak petrolün uluslararası piyasalara nakli konusu, aynı şekilde petrol boru hattı konusu gündeme gelmiştir. Şimdi ben bu anlaşmanın uygulandığını, birkaç kuyu açıldığını ve bu sene ağustos veya eylül ayında petrol üreteceğimizi söyleyebilirim.

Bunun ardından biz birkaç anlaşma daha imzaladık. Şunu büyük memnuniyetle söylemek isterim ki, bu anlaşmalara Türkiye de dahil olmuştur. Birinci anlaşmada Türkiye Cumhuriyeti, "Türk Petrolleri" şirketi çok küçük hissesi bulunuyordu, yüzde 1.25 oranında paya sahipti. Fakat anlaşma imzalandıktan sonra Türkiye`nin devlet, hükümet başkanları bana başvurdular, Azerbaycan kendi payının yüzde 5`ini Türkiye`ye verdi ve Türkiye`nin payı yüzde 6.25 oldu. Sonra biz yeni bir anlaşma - Hazar Denizi`nde "Şahdeniz" petrol yatağı ile ilgili anlaşma imzaladık. Bu da birkaç uluslararası şirketle imzalandı. Bu anlaşmada "Türkiye Petrolleri" şirketi yüzde 9 pay aldı. Biz bundan böyle de yeni anlaşmalar imzalayacağız ve Türkiye tüm bunlara katılacaktır. Şimdiye kadar beş anlaşma imzalanmıştır.

Ben biliyorum, bu petrolün uluslararası piyasalara sevki konusu Türkiye`de sürekli tartışılıyor ve büyük ilgi çekiyor. Belirtmek isterim ki, biz önceleri Azerbaycan petrolünün yurtdışına taşınmasını sağlayacak birinci yolun Türkiye olduğunu düşünüyorduk. Ne var ki biz birçok zorluklarla, baskılarla karşılaştık. Birinci anlaşmadan sonra farklı ülkeler tarafından bize pekçok baskı yapıldı, fakat bunun da önüne geçtik. Biz hem yurt içinden hem yurtdışından baskılara direndik.

Biliyorsunuz, ardından biz erken petrolün taşınması için iki petrol boru hattının inşa edilmesi kararını aldık: Biri Kuzey`e - Rusya üzerinden Karadeniz`deki Novorossisk limanına, bir diğeri ise Batıya- Gürcistan üzerinden Karadeniz`deki Supsa limanına, - orası, Türkiye`ye yakın bir limandır. Bu kararı Rusya da beğendi, bundan memnun kaldı. Batı da beğendi. Biz bunu gerçekleştiriyoruz.

Rusya üzerinden geçecek petrol boru hattının Azerbaycan bölümü tamamlanmış durumda. Fakat ne yazık ki, Rusya`dan geçen petrol boru hattı henüz hazır değil. Azerbaycan petrolünü ihrac edeceğimiz bu boru hattında küçük bir deneme yapmak istedik, fakat bunu gerçekleştiremiyoruz. Rusya, Ekim ayına kadar boru hattını tamamlayacağı sözünü verdi, o zaman biz belli bir miktar petrolü bu yolla ihraç edebileceğiz.

Gürcistan üzerinden Batıya - Türkiye`ye yönelen boru hattı 1998 yılı sonunda hazır olacaktır. Fakat bizim temel amacımız büyük petrol boru hattının inşasıdır. Bu konuyla ilgili dünyada çok büyük araştırmalar yapılıyor, birçok projeler bulunuyor. Her ülkenin bunda kendi çıkarı vardır ve Azerbaycan`a, Türkiye`ye yönelik olumsuz yaklaşımda bulunan düşman ülkeler buna engel olmak istiyorlar. Ne var ki dünyada ekonomik rekabet yapılıyor. Bu boru hattının geçeceği ülkeye çok büyük ekonomik faydası olacaktır. Onun için de bu konuyu çok tartıştık. Dün Türkiye Cumhurbaşkanı ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı`nın imzaladıkları anlaşmada biz işte bu dev petrol boru hattının Bakü-Ceyhan güzergahında yapılmasını istediğimizi yazdık.

Birkaç gün sonra Aşkabat`ta Ekonomik İşbirliği Teşkilatı Zirvesi yapılacaktır. Belki, orada da bir proje, Türkmen doğal gazının Hazar Denizi altından Azerbaycan üzerinden geçerek Türkiye`ye ulaştırılması projesi kabul edilebilir. Böyle bir proje vardır, biz dün, bugün bu konuyu görüştük. Eğer elbirliği ile bu projeyi gerçekleştirirsek, - ki bazen bizim dostlarımız söz veriyor, sonra çark ediyorlar, - çok güzel bir çalışma olacaktır.

Genel olarak şunu söylemek isterim, Hazar Denizi`nin Azerbaycan sektöründe çok zengin petrol yatakları bulunuyor. Kazakistan sektöründe de zengin yataklar var. Biliyorsunuz, Kazakistan Tengiz`de petrol üretiyor. Chevron şirketi orada petrol çıkararak Rusya üzerinden ihraç ediyor. Fakat şimdi alternatif ikinci yolun da Azerbaycan ve Gürcistan üzerinden geçerek Karadeniz kıyısına ulaşması öngörülüyor. Biz bu olanağı sağladık. Böylece, bu yolu da Türkiye`ye kadar uzatabiliriz. Azerbaycan`ın zengin petrol yataklarının büyük geleceğinden Türkiye`de faydalanacak ve biz dost, kardeş ülke olarak Türkiye ile hep işibirliği yapacağız.

Tek kelimeyle, bizim hayatımız çok acılıdır, zorludur. Fakat biz geleceğimizi de parlak görüyoruz. Eğer biz Ermenistan`ın saldırısından kurtulursak, işgal altındaki topraklarımız boşaltılırsa, kuşkusuz ki, sizinle işbirliği yaparak çok büyük başarılar kazanır ve ülkelerimizi birbirine daha sıkı bağlayabiliriz.

Fakat bu bakımdan şimdi tehlikeli bir süreç sözkonusudur. Biliyorsunuz, sizin sınır komşunuz Ermenistan`da Rusya`nın büyük askeri birlikleri bulunuyor. Bu birlikler orada askeri üs statüsü almışlar. Rusya ile Ermenistan arasında askeri işbirliği anlaşmasının imzalandığını Türkiye de görüyor. Bu anlaşma Rusya ve Ermenistan parlamentolarında da onaylanmıştır. Sizin ülke ile sınırda, Ermenistan-Türkiye sınırını Rus askerleri koruyor. Rusya`nın hem Ermenistan hem Gürcistan`da askeri üslerinin bulunmasına ben anlam veremiyorum. Yani bunları yasal bulmuyorum. Ben bunu Rusya yöneticilerine, devlet başkanlarına açıkça söyledim. Sordum, neden siz Ermenistan`da askeri üs bulunduruyorsunuz, hangi sebeple? Madem, Ermenistan`ın Rusya ile herhangi sınırı yok, siz kimden saldırı bekliyorsunuz? Ermenistan`ın coğrafı konum itibariyle Rusya ile bir bağlantısı yok. Ermenistan, küçük bir yüzölçümüne sahip, fakat arazisi silahlarla, askerlele dolu. Ben sordum, neden bunu yapıyorsunuz? Eğer siz Türkiye`den herhangi bir saldırı bekliyorsanız, Türkiye bunu asla yapmaz. İran`dan saldırı bekliyorsanız, İran da bunu yapmaz. Gürcistan, - yani Ermenistan`ın çevresinde bulunan ülkeleri kastediyorum,- kendi derdinde. Azerbaycan topraklarının yüzde 20`sini Ermenistan işgal etmiştir. Böyle durumda Ermenistan`da bu kadar fazla askeri üs bulundumanın ne anlamı var? Gücistan`da askeri üsleri bulundurmanın ne önemi var? Ben bu konuda kendi düşüncemi söyledim, itirazımı ifade ettim.

Fakat onlar kendi işlerini yapmaya devam ediyorlar. Şu son iki ayda belli oldu ki, son üç yılda Rusya`dan Ermenistan`a 1 milyar dolar değerinde ağır silahlar göndermişler. T-72 tankları, - bunlar en çağdaş tanklardır, - zırhlı araçlar, toplar, füzeler, uzun mesafeli füzeler, - ki şu füzelerden Kıbrıs`a da vermişlerdi, onun için Türkiye`de siz buna itiraz ettiniz, - ve çok güçlü başka silahlar da verildi. Geçenlerde hatta kimyasal silahlar bile verildiği söylendi. Rusya`nın Ermenistan`a 1 milyar dolar değerinde silah vermesi Rusya devlet makamları, Savunma Bakanlığı, Rusya Parlamentosu`nda bulunan Savunma Komitesi tarafından yapılan araştırmayla doğrulandı. Bu konu Rusya Parlamentosu`nda da tartışıldı ve araştırılmak üzere savcılığa gönderildi. Yani bunu kim yapmış, kimi cezalandırmak lazım, bunları araştırsın..

Sırf bu konu yüzünden Azerbaycan`ın çok büyük endişe duyduğunu bilmenizi isterim. Zira eğer Ermenistan`a bu kadar silah getirilmiş ise, bu, değil Azerbaycan`ı, tüm bölgeyi yokeder. Ben Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin`e üç kere mektup yazdım ve 28-29 Mart`da Moskova`da Bağımsız Devletler Topluluğu üyesi ülkelerin devlet başkanları zirvesinde, keza başbaşa görüşmemizde kendilerine ne yaptıklarını sordum ve bu silahları oradan çekmelerini, Rusya`ya geri getirmelerini istedim.

Böylelikle, Ermenistan, burada büyük bir tehdit oluşturuyor. Sadece Azerbaycan için değil, tüm Kafkasya için, bölge için tehlike yaratıyor. Sizin de hiçbir zaman buna kayıtsız kalmayağınızı düşünüyorum. Ben bu konuda sizleri bilgilendirmeyi borç biliyorum. Zira tekrar söylüyorum, Azerbaycan`ın sorunu her zaman sizin sorununuz oldu, onun için bir kez daha teşekkür ederim. Bununla birlikte yaşanan olaylar ve Kafkasya bölgesindeki çeşitli devletlerin askeri yakınlaşması bu bölgede yeni bir ortama neden olabilir. Onun için düşünmek lazım. Bu bilgilerden gerekli sonuçların çıkarılması gerektiğini de düşünüyorum.

Ermenistan-Azerbaycan sorununu barışçıl yoldan çözmek için biz tarafımızca uğraşıyoruz ve bundan böyle de uğraşmaya devam edeceğiz. Ben İstanbul`da yaptığım konuşmada beyan ettim ve bugün de TBMM önünde beyan ediyorum, Ermenistan ile kalıcı barış anlaşması yapılıncaya dek Azerbaycan, üç sene önce imzalanan ateşkesi sürdürecek ve ona bağlı kalacaktır. Bu, bizim barışsever olduğumuzu gösteriyor. Bu, bizim herhangi başka ülkeye karşı toprak iddiasında olmadığımızı gösteriyor. Oysa Ermenistan topraklarının çoğu Azerbaycan`a aitti, buna rağmen biz bir hak iddia etmiyoruz. Biz 1991 yılında Azerbaycan ve Ermenistan bağımsızlıklarını kazanıdıklarında BM tarafından kabul edilmiş hudutlar çerçevesinde Azerbaycan`ın toprak bütünlüğünü korumaya ve sağlamaya çalışıyoruz. Biz Ermenistan`a karşı toprak iddiasında bulunmuyoruz, fakat kendi toprağımızın bir karışını, bir metresini bile kimseye vermeyeceğiz.

Sanırım, siz Ermenistan-Azerbaycan sorununun barışçıl yoldan çözümlenmesi için ileride de Türkiye`nin tüm olanaklarını değerlendireceksiniz ve biz hep birlikte bunu başaracağız. Zira Kafkasya`da barış, bölgede barış aslında herkese lazım. Ben büyük Mustafa Kemal Atatürk`ün şu sözlerini bugün yine hatırlatıyorum: Cihanda sulh, yurtta sulh, bölgede sulh.

Belki ben sizi yormuş olabilirim. Yorsam da, yormasam da konuştum. Son olarak Türkiye-Azerbaycan dostluğu hakkında yine birkaç kelime söylemek istiyorum. Bu dostluk ebedidir, bozulmazdır. Biz tüm gücümüzle, tüm varlığımızla bu dostluğu koruyup pekiştireceğiz, geliştireceğiz. Zira Türkiye de demokratik bir cumhuriyettir, burada demokratik ilkeler geniş uygulanmaktadır. Türkiye`nin büyük demokrasi tecrübesi bulunuyor. Türkiye`nin bir cumhuriyet, demokratik, laik bir devlet olarak varlığını sürdürmesi Türk dili konuşan tüm diğer ülkelere örnektir. Cumhuriyet tarihinde katettğiniz yol, devlet yapınız, demokrasiniz, yasalarınız bize örnektir. Onun için biz Türkiye`nin bu yolda ilerlemesini temenni ediyoruz.

Biz Azerbaycan`da, Türkiye`nin hep bu yolda ilerleyeceğini, Musatfa Kemal Atatürk`ün vasiyetlerine hep uyacağını, dünyanın en kudretli, en gelişmiş ve en laik devletlerinden biri olacağını umuyoruz.

İlginize teşekkür eder, bu görüşmeden çok memnun olduğumu belirtirim. Size ve Türk halkına bir kez daha Azerbaycan halkının sevgi ve saygılarını sunuyorum. Teşekkür ederim.