Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev`in Türkiye`nin "TRT", "TGRT", "Samanyolu", "NTV" televizyon kanalları yöneticileri ile görüşmesinde konuşması - "Çırağan" Oteli, İstanbul, 8 Mayıs 1997

Sayın Baylar!

Ben sizi selamlıyorum. Türkiye`de televizyon alanı çok gelişmiştir, çok sayıda televizyon kanalı bulunuyor. Onların bazıları Azerbaycan`da da naklen yayın yapıyorlar. Azerbaycan`da Türkiye kanalları kadar herhangi bir başka ülkenin televizyon kanalları yayınlanmıyor. Bunlar Azerbaycan`da çok büyük ilgiyle izleniyor. Zira, birincisi, Türkiye`deki yaşam Azerbaycan`ı hep ilgilendirmiştir. İkincisi,Türk televizyon kanalları aracılığıyla birçok uluslararası haberler Azerbaycan vatandaşlarına aktarılıyor. Üçüncüsü de, Türkiye televiyzon kanallarının haberleri sadece uluslararası bilgiler değidir, hem de kişilerin yaşamı üzerindedir. Türkiye ve Azerbaycan`ın yaşantısı birbirine çok yakın olduğu için, kültürümüz, gelenek-göreneklerimiz birbirine çok yakın olduğu için kişiler bu programları çok büyük ilgiyle, saygı ve sevgiyle izliyorlar. Bu yüzden ben bu televizyon kanallarına kendi programlarını Azerbaycan`da da yayınladıkları için teşekkür ediyorum.

Şimdi Azerbaycan televizyonu ile Türkiye`nin televizyon kanalları arasında işbirliği de söz konusudur, fakat bu istenen düzeyde değildir. Örneğin, kişilerin çoğu Azerbaycan televizyon programlarının Türkiye televizyon kanallarında burada da yayınlanmasını istiyorlar. Azerbaycan`ın bir televizyonu, devlet televizyonu var. Özel televizyon kanalları da var, onlar küçükler. Azerbaycan televizyon programları Türkiye`de yayınlansa, iyi olurdu. Türkiye`de insanlar televizyona alışmışlar, onu seviyorlar. Nitekim böyle bir olanak sağlansaydı, bu hem Türkiye için, hem Azerbaycan için de çok faydalı olurdu.

Biliyorum, bununla ilgili teknik sorunlar var, bir takım belirli finansal sorunlar da bulunuyor. Fakat düşünüyorum ki, eğer Türkiye tarafı bir çözüm bulabilirse, çok iyi olur. Siz de biliyorsunuz, biz de biliyoruz ki, Azerbaycan müziğini, şarkılarını, kültürünü Türkiye`de çok seviyorlar. Eğer bizim televizyon kanalının programları burada yayınlanacak olursa, Türkiye seyircileri tüm bunlar hakkında daha yakından bilgi sahibi olacaklar.

Tabii ki, siz bunları çözemezsiniz, fakat bizin Sayın Dostumuz, Devlet Bakanı Namık Kemal Zeybek bir ihtimal bu çalışmalarla ilgilenebilir ve Azerbaycan`a çok büyük saygı ve sevgi duyduğu için, - ki ülkemiz bağımsızlığını kazandığı dönemden bu yana Azerbaycan ile çok bağlantıları olmuştur, - sanırım bunu yapabilir.

Bizim televizyon şirketinden bana söylediler ki, bazen Türkiye`nin "TGRT" kanalında bir saatlik program yayınlanıyor. Bazen Azerbaycan televizyonunda bizim yerel saatle 8.30`da "TGRT"den bir program sunulacaktır diye bir duyuru yapıyorlar. Bizim yerel saatle sabah 8.30 Türkiye`de sabah 6.30 oluyor, kişilerin bu saate uykudan uyanıp uyanmadıklarını bilemem. Böyle bir adım atıldığı için teşekkür ediyorum, fakat bunun saatini değiştirirseniz daha iyi olur. Her televizyoncu hep ne kadar seyircisi olduğunu merak eder. Herşey onunla ölçülüyor. Bazı programlar hazırlanıyor, buraya gönderiliyor ve Türkiye`de de "TGRT" ararcılığıyla izleniyor, fakat bunun yayın saati değiştirilirse, daha iyi olur.

Ben bunu tartışmak istemiyorum, sadece böyle bir sorunun olduğunu söylüyorum, bir düşünün. Bizim televizyon şirketinin yöneticisi Nizami Hudiyev`in sizinle görüşmeler yapması için onu buraya yollayabilirim. Bir takım uygun yollar bulabilirsiniz diye düşünüyorum. Ben sadece böyle bir sorun olduğunu söylüyorum.

Hacı Tosun ("Samanyolu" Televizyon Kanalı Genel Müdürü): Karabağ sorunu ortaya çıktığında bizim televizyon kanalımız yoktu. O dönemde Karabağ olayları ile ilgili bir sergi düzenledik, yabancılar da bu sergiyi gezdiler. Şimdi kamuoyu bu sorunu sanki unutmuştur. Biz bu sorunun barış yoluyla çözüme bağlanmasını dileriz. Zatıaliniz de bunu defalarca dile getirdiniz. Bu sorun Türk kamuoyunda sanki unutulmuştur.

Haydar Aliyev: Siz bunu çok doğru buyurdunuz, çok doğru bir görüştür. Karabağ sorunu Türkiye`de unutuluyor, dünyada unutuluyor, zira üç senedir barış sağlanmıştır, savaş yapılmıyor. Genelde bu tür sorunlar şiddetli bir savaş olduğu zaman daha fazla ilgi görüyor. Şimdi savaş yapılmıyor. Fakat bununla birlikte bu sorun hala çözülmüş değildir. Bu sorunu unutmamalıyız, hiçbir şey unutulmamalı. Genel olarak, bu bölgede, - ki şu günlerde ben buna birkaç defa değinmişimdir, - Ermenistan unsurunu unutmamak gerekir. Son üç yılda Rusya Ermenistan`a bir milyar dolar değerinde silah vermiştir. Neden verdi - bunu da unutmamak gerekir. Yahut Ermenistan`da, Gürcistan`da, yani sizin sınırlarınızda, bizim sınırlarımızda Rus askeri üsleri, askeri birlikleri konuşlandırılmıştır, - bunu da unutmamak lâzım. Bu tür şeyler unutulamaz. Doğru, dün ben burada basın toplantısında şöyle birşey söyledim, sizde bazı kişiler, gazeteciler Yerevan`a, hatta Dağlık Karabağ`a gidiyorlar, sonra gelip burada Ermenistan ile de ticaret yapalım diye propagandalar yapıyorlar. Birkaç yıl sonra Dağlık Karabağ ile de ticaret yapalım diyecekler. Zira sizin gazete yazmıştır ki, "Dağlık Karabağ şimdi de-fakto bağımsızdır". Bugün bunu yazan on gün sonra "Bağımsız bir devlet olarak gelin onunla ilişkiler kuralım" diyecektir.

Bu nedenle de sizin düşüncenizi çok beğendim, çok güzel bir düşüncedir ve lütfen bu konu asla unutulmasın istiyorum. Biz unutmuyoruz. Bunu biliyorsunuz. Biz Türk dünyasını konuşuyoruz, değil mi? Burada da, Ankara`da da, İzmir`de de hepimiz büyük onurla Türk dünyasının geliştiğini, hiçbir zaman olmadığı kadar birbirine yakın olduğunu söylüyoruz. Fakat eğer bu Türk dünyası büyük bir yurt, vücut olarak düşünülürse bunun yaralı bölgesi neresi? Onun yaralı bölgesi Azerbaycan`dır. Bir düşünün, kişinin vucudunda herhangi bir yeri acıyor - kolu, bacağı veya kafası yaralı. Fakat Karabağ sorunu, Ermenistan`ın Azerbaycan`a saldırısı sadece Azerbaycan`a yönelik bir saldırı değildir. Büyük Mustafa Kemal Atatürk söylemiştir ki, Azerbaycan`ın derdi bizim derdimiz, Azerbaycan`ın sevinci bizim sevincimizdir, ben bunu defalarca çok büyk saygıyla belirtmişimdir. Bu kelimeleri unutmamak lazım. Bugün Azerbaycan`ın bir derdi var, demek ki, bu, Türkiye`nin de derdidir. Türkiye`nin yayın organlarında - televizyon kanalında, gazetelerinde bu derdin acısı unutlulmamalıdır.

Ben böyle bir dert var diye oturup gözyaşı dökelim söylemiyorum - asla. Fakat derdi çözmek için hangi işler yapılmalı, neler yapmalıyız ve bu çalışmaların gerçekleşmesine kim ve neden engel oluyor. Bunlar unutulduğunda duygular yozlaşyor. Duygular yozlaştığında ise kişi bazen pek çok şeyde hatalar yapmaya başlıyor.

Örneğin, Azerbaycan`da yerinden yurdundan zorla göç ettirilmiş bir milyondan fazla kişi, mülteci bulunuyor. Bu kelimeleri o kadar çok söyledik ki, artık kişilerin kulağı buna alıştı, beş sene, iki-üç sene öncesindeki gibi pek duygusal davranmıyorlar. Fakat dış ülkelerden Azerbaycan`ı ziyaret eden kişiler gidip kışın da, baharda da, yazın da çadırlarda barınan mültecilerin durumlarını gördüklerinde, - dehşete kapılıyorlar. Hatırlıyorum, bir yıl, 1.5 yıl önce ünlü Amerikan politikacısı Brzezinski Azerbaycan`a geldi, helikopterle çadırların bulunduğu bölgeye gitti. Döndükten sonra akşama ben onunla görüştüm. Biliyor musunuz, heyecandan kendine gelemiyordu. Ben dünyanın birçok bölgesinde mülteci kamplarını ziyaret ettim, Filistinlilerin, Afgan mültecilerin kamplarında, Afrika`da da oldum, fakat böylesine feci bir durumla karşılaşmadım diyordu.

Kuşkusuz ki, bu konuda Azerbaycan`ın da çok suçu var, zira bunu daha geniş kesimlere anlatmakta, propaganda yapmakta başarısızdır. Bizim olanaklarımız kısıtlıdır, küçük bir ülkeyiz, fakat büyük propaganda mekanizmasına, kuruluşlarına sahip bulunan Türkiye`nin bunu yapması gerek. Yani biz kendi suçumuzun bilincindeyiz ve genel olarak siz şuna söyleyeyim ki, Türkiye, Azerbaycan veyahut Türkler biz hepimiz bu çalışmalarda zayıf kalıyoruz.

Ermeniler 1915 yılından bu yana dünyanın her yerinde "Türkler bizi katletti, öldürdü, soykırım yaptılar" diye propaganda yapıyorlar. Bunu her yerde söylüyorlar. Fakat bunun karşılığında Türkler Ermenilerin Türkiye topraklarında ne kadar suç işlediklerini, ihanet yaptıklarını söylemiyorlar. Siz, sadece kendinizi savunuyorsunuz, yani düşünüyorsunuz ki, - bırakın ne konuşuyorlarsa konuşsunlar, bize hiçbir şey yapamazlar, biz büyük bir devletiz, ülkeyiz. Fakat onlar kendi çalışmalarını sürdürüyorlar ve her sene Amerikan Kongresi`nde Türkiye`nin Ermenilere karşı soykırım yaptığı ile ilgili karar tasarısının kabulüne çalışıyorlar, fakat bunu yapamıyorlar. Ancak her sene Nisan ayında ülkelerin kamuoylarına seslenerek Türkleri barbarlar gibi, soykırım yapmış kişiler gibi yansıtmaya çalışıyorlar.

Fakat onlar dokuz yıldır Azerileri, Türkleri katlediyorlar. Hocalı`da çok büyük vahşetler, soykırım yaptılar, - bunu bir kere, iki kere söyledik, orada burada gösterdik. Biz bunu asla unutmamışız. Bu, bizim kalbimizde, vücudumuzda hep kanı akan, kanayan bir yaradır. Fakat genel olarak biz çok pasifiz, Ermeniler bizden daha fazla aktifler. Azerbaycan da, Türkler de bu konuda çok pasifler, bu yüzden de Ermeniler bundan yararlanıyorlar. İşte Sizin söylediklerinize katılıyorum, eğer hem bizde, hem sizde, hem Avrupa`da bir milyon mülteci ile ilgili sürekli olarak programlar yayınlanacak olursa, bu unutulmaz.

Örneğin, 20 Ocak olaylarını bizde Azerbaycan`da bile bazıları unutmaya başlamışlar. Biliyorsunuz, ben Bakü`ye 1993 yılında geldim. 20 Ocak olaylarında Azerbaycan`ın o dönemki yöneticilerinin de suçu vardı, bu nedenle de onu bir nevi unutmaya çalışıyorlardı. Birkaç yıl bu konu ele alınmadı. Doğru, o sırada Azerbaycan`da bulunan muhalif güçler, örneğin Halk Cephesi, diğerleri bunu gündeme getiriyorlardı. Biliyorum, burada Azerbaycan Halk Cephesi`nin yandaşları bulunuyor. Fakat siz de bilmelisiniz ki, Halk Cephesi 1992 yılında iktidara geldi, daha sonra 20 Ocak olaylarını unuttular. Eğer sen muhalefet iken iktidardaki kişinin yakasına çökerek 20 Ocak olaylarında suçlusun, falan diyorsan, şimdi iktidar senin elinde, herşeyi açığa çıkart, bakalım! Fakat bunu yapmadılar.

1992 yılı, 1993 yılı böyle geçti.

1993 yılında ben Bakü`ye geldim, 20 Ocak 1994`te, bu olayın dordüncü yıldönümünde ben bu konuyu gündeme getirdim. Bir ay boyunca parlamentoda müzakereler yapıldı. Birçok kişiler bunu tekrar ele almaya ne gerek var, neden görüşelim diyorlardı. Bunu o işte suçlu olan, bir zamanlar komünist düzeninin başında bulunan kişiler yapıyorlardı. Fakat ne yazık ki, bir zamanlar muhalifette yer alan ve 20 Ocak olaylarında doğru bir tutum izleyen kişiler de bunu neden tartışacağız diye soruyorlardı.

Ben kendim de gidip parlamentoda oturumlara katıldım. Hatta Halk Cephesi`nden olan bir milletvekili, - genç birisi, üstelik Nahçıvanlıdır ve bir zamanlar konserve fabrikasında küçük kendi çapında bir iktisatçı olarak çalışmış, şimdi gelip parlamentoda yer almıştı: bunlar böyleydi işte, Halk Cephesi üyelerinden her biri kendini dahi sanıyordu. O, bana söyledi ki, sizin bu yaptığınız doğru değil, zira bu tür olaylar 50 sene sonra araştırılmalıdır, şimdi araştırmaya gerek yok.. Bizim başkanımız Ebulfez Elçişbey de bunun 50 sene sonra araştırılabileceğini söylemiş. Ben 50 sene sonra ne sen, ne o, ne de ben olmayacağız dedim. Tanıklar da olmayacaklar. Bu, birincisi. İkincisi, eğer biz bugün araştırabiliyorsak, neden araştırmayalım? Neden böyle söylüyorlardı? Zira bu işte herkesin parmağı vardı - bir bu taraftan, diğeri öteki taraftan.

Fakat halkın, milletin çıkarını herkesin çıkarından üstün tutmak gerekir. Eğer halkın, milletin çıkarıları yüzünden ben de cezalandırılmalıysam, cezamı çekerim. Onun için ben 20 Ocak olaylarının unutulmasına izin vermiyorum. 1994 yılından şimdiye kadar her sene, - bu sene de dahil - bir ay boyunca Azerbaycan televizyonunda tüm bu konular tekrar masya yatırılıyor. Buna Moskova`da bunu çok kötü karşılıyorlar. Zira Moskova`da o dönemde görevde bulunan bazı kişiler bu olayın suçluları arasında bulunuyor. Eğer ben de hem bu taraftan, hem de öteki taraftan kendimi korumak istersem, şöyle düşünürüm: neden bunu yapacak mışım, hem orada, hem burada bana kötü davranacaklar, neden başımı derde sokayım? Azerbaycan`da şöyle bir deyim vardır: neden ağrımaz başımı ağrıtayım ki? Sizde böyle bir deyim var mı? Eğer benim başım ağrıyacaksa, milletin faciası ile ilgili bırakın on kere ağrısın diye düşünüyorum. Fakat bunu unutamayız. Biz televizyonda, gazetelerde bir ay boyunca bunu yayınlıyoruz. Benim kanaatimce milletimiz yaşadığı sürece 20 Ocak olaylarını unutmamak gerekir, zira bu, halkımıza yaşatılan bir olaydır. Bir düşünün, Sovyetler Birliği`nin tarihinde, - Azerbaycan dahil 15 cumhuriyet ona üye idi, bu tarihi ben iyi biliyorum., - hiçbir halk, hiçbir ülke böyle bir facia yaşamadı. Fakat bizim millet de pasif davrandı. 1989 yılında Gürcistan`ın başkenti Tiflis`te de halk ayaklandı, meydanda miting yapmak istiyordu. Gürcistan`da bulunan Sovyet askerleri onlara biraz baskı yaptılar, beş-on kişi öldü. Gürcüler kıyamet kopardılar. Moskova`dan Gürcü halkından özür dilemesini talep ettiler. Moskova yönetimi, yani Sovyet yönetimi Gürci halkından özür diledi.

Bundan bir sene sonra 20 Ocak 1990`da Azerbaycan`ın başına böyle bir bela geldi. Bizim Azerbaycanlılar bu konuda bırakın kıyameti koparmayı, sustular bile, bu yüzden de hiçkimse bizden özür dilemedi. Hatta birçok kişiye göre bunun böyle olması gerekiyordu.

Bu yüzden sizin söylediklerinizi yineliyorum, - çok doğru buyurdunuz, Karabağ konusu unutulmamalı. Şimdi savaş yapılmasa bile burada çeşitli problemler söz konusudur, bunları sürekli olarak anlatmak gerekir. Eğer haftada bir kere Türkiye televizyonunda çadırlarda barınan kişilerin durumu ile ilgili bilgiler sunulsa, - ki siz TGRT`nin dünyanın yarısında yayın yaptığını diyorsunuz, o zaman herkesin izleyebileceği bir saatte yayınlanması gerekecektir, - kişiler bu denli vahşilik yapıldığını görecekler tanık olacaklar. Fakat bunlar unutulduğu için, Avrupa`da da, Amerika`da da, Rusya`da da düşünüyorlar ki, ne olmuş yani, Ermeniler Azerbaycan`da birşey yapmamışlar ki...

Yunus Şen (NTV): Ermenistan Cumhurbaşkanı ile son görüşmelerinizde bir uzlaşmaya varabildiniz mi?

Haydar Aliyev: Biliyorsunuz, bu, karmaşık bir süreçtir. Bu nedenle her görüşmenin bir sonuca bağlancağı beklentisi pek gerçekçi değildir. Geçen defa Karadeniz İşbirliği Örgütü`ne katıldığım sırada İstanbul`da bana çok sordular. Görüşmeler yapıyoruz, düşünce alışverişinde bulunuyoruz, fakat istenen sonuç elde olunmadığı için söylenen şeyleri de tekrar anlatmaya gerek yok.

Görüşmeleri bundan sonra da sürdüreceğiz, ben her fırsat olduğunuda - ya Moskova`da, ya burada, ya Avrupa`da yahut Amerika`da görüşmede bulunuyorum ve bunun gerekli olduğunu düşünüyorum. Zira madem biz sorunu barış yoluyla çözmek istiyoruz, bu barış her iki tarafın uzlaşması üzerine sağlanabilir. Bizim ilkelerimizi, yani Lizbon Zirvesi`nde kabul edilmiş ilkeleri Ermenistan kabul etmiyor. Bununla birlikte onlar bu sorunun barışçıl yoldan çözülmesi gerektiğini söylüyorlar.

Evet, barış yoluyla çözmek lâzım. Fakat eğer barış yoluyla çözeceksek, bunun yolu işte budur, gelin bu yolu izleyelim. Biliyorsunuz, bu süreç 1988 ylında başlamıştır ve hem de bu süreç sırasında o kadar hata, yanlış yapılmıştır ki, - bunu her iki taraf da yapmış olabilir, fakat kendince doğru olduğunu, ötekisinin hata yaptığını düşünüyor, - bunları ortadan kaldırmak için, anlaşılan daha çok görüşmeler yapmak gerekir. Bunlardan istenen sonuca ulaşılmadığı için ben de bunu çok konuşmuyorum ve sanırım, bunun da işte böyle benimsenmesi gerekir.

Yunus Şen: Sayın Aliyev, birkaç gündür, Türkiye`desiniz, temaslarda bulunuyorsunuz. Gerek ekonomi, gerekse politika ve diğer konulara ilişkin beklentileriniz ne düzeyde gerçekleşti?

Haydar Aliyev: Biliyorsunuz, istediğim olsa da, olmasa da, içimde Türkiye`ye hep güvenmişimdir. Zira benim ve Azerbaycan halkının Türkiye`ye sevgisi öylesine büyüktür ki, - olur da birşeyden memnun kalırsın veya kalmazsın, - memnun olmaman bu sevgiyi bozmaz. Biz Türkiye ve Azerbaycan kardeşler diyoruz. Bu, öylesine söylenen sıradan bir söz değildir, gerçekten derin bir anlam ifade etmektedir. Bazen bir kardeş öbür kardeşten para isteyor, fakat öbürü bunu vermiyor. O, bunu tasvip etmiyor, fakat onun kardeşlik duygusu öylesine güçlüdür ki, öyle bir değer arz ediyor ki, belki üzülüyordur, kabullenmemiş olsa bile sonra unutuyor. Bu, böyle bir şeydir. Öte yandan, yabancı birisinden, yahut aranızda her hangi bir bağın, yani kan bağının bulunmadığı bir kimseden sen bunu istedin, - o vermedi ve sen birşey söyledin, o senin söylediğini onaylamadı. Sen ona hem küsüyorsun, hem ona düşman oluyorsun, çok kırılıyorsun. Bunlar tamam farklı şeylerdir.

Şimdi siz bana benim dargın olduğumu söylüyorsunuz, bunu bana dün de söylediler. Biliyorsunuz, dost dosta kırılabilir. Azerbaycan`da bir deyim var: insan umduğu yere küser. Bu deyim sizde var mı - kişi umduğu yere küser. Umudumun olmadığı yere ben neden küseyim? Küstüm, küsmedim, onun için de, benim için de bunun bir önemi yoktur, kişi umduğu yere küser. Azerbaycan Türkiye`den çok şey umuyor. Tüm halkımız, keza ben de Türkiye`nin büyük bir devlet olduğunu, büyük olanaklara sahip bulunduğunu düşünüyoruz. Tükiye bizim kardeşimizdir, kan kardeşimiz, can kardeşimizdir. Kan kardeşi olan kişi ise, - ki Azerbaycan`da yine şöyle bir deyim var, kendinden kısarak kardeşine verir. Halklarımız arasındaki milli gelenek göreneklerin devletlerimiz arasında da sağlanması gerekir.

Peki, 1992-1993 yıllarında "Exımbank" 250 milyon dolar değerinde kredi tahsis etti ve onun sadece 70 milyon doları verildi. Bu 70 milyon dolara ise o dönemde buğday alındı, zira kişiler açtı, buğday yoktu. Başka bir şey almadılar. Eğer yatırım yapılması için verilmişse, para kazanılmışsa, tamam gelin paranızı götürün! İlaç almışlar, - zira bizim dövüşçüler kanlar içindelerdi, buğday almışlar, bunların dışında bir şey almamışlar. Şimdi Türkiye yakamıza çökerek bunu geri ödeyin diyor. Geri ödeyemiyorum. 20 milyon dolar faiz ödedim. Ben buna gücenmeyeyim mi?

Biliyorsunuz, bir zamanlar ben Sovyetler Birliği`nin yöneticileri arasında bulunuyordum. O sırada Sovyetler Birliği kendine dost ülkeler edinmek için - önceleri sömürge altında bulunan Asya ülkeleri, yahut Afrika, Arap ülkelerine pekçok miktarlarda kredi tahsis etti, daha sonra çoğunu hibe etti. Doğru, onlarla arasında ne din birliği, ne amaç birliği vardı, fakat kendisini destekleyecek ülkeler edinmek istiyordu.

Sosyalist ülkeler dışında da ülkeler vardı, onlar "Üçüncü dünya" ülkeleri olarak biliniyordu, -biliyorsunuz, her hangi bloka üye olmayan ülkeler, - onlara ne kadar krediler veriliyordu. İşte Irak`ın Sovyetler Birliği`ne, Rusya`ya ne kadar borcu var, oldukça büyük miktarlarda borcu var. O dönemlerde SSCB krediler veriyordu, zira Irak ile ilişkileri vardı. Şimdi Irak geri vermiyor. Belki bir şeyler kazanır diye Rusya şimdi Irak`a silah satıyor. Nitekim ben tüm bunlara tanık olmuş birisiyim, yani büyük devletin küçük devlete yardımını, desteğini biliyorum. Buna tanık olduğum için birçok şeye anlam veremiyorum. Neden böyledir?

Amerika Birleşik Devletleri Ermenistan`a gece gündüz yardım ediyor. Biz Amerika Birleşik Devletleri`nin Azerbaycan`daki ekonomik çıkarlarının daha geniş alanları kapsamasını sağladık. Fakat 1992 yılında bizim Halk Cephesi iktidarda olduğu dönemde Amerika Birleşik Devletleri Kogresi bir karar aldı, - 907.madde diye bir madde var, siz Amerika`ya bunu, Azerbaycan`a yönelik neden böyle bir madde uygulandığını sormadınız. Güya Azerbaycan Ermenistan`ı abluka altında tutuyor. Bu yüzden de Azerbaycan`a Amerika`dan yardım yapılması yasaklanmıştır. Ben şimdiye kadar çırpınıp duruyorum, fakat bu yasağın, 907.maddenin kaldırılmasını bir türlü sağlayamıyorum. Bu kadar şirket geldi, anlaşmalar imzaladık, bir kaç defa Clinton ile bir araya geldim, konuştum, diğerleri ile görüşmeler yaptım. Clinton da, evet, bu bir haksızlıktır, fakat kongreye baskı yapamıyorum diyor.

İşte görüyorsunuz, Amerikan şirketlerine ne denli geniş olanaklar sağlamış bulunuyoruz, Amerika ise biz yardım etmiyor. Fakat şimdi Amerika eskiden Sovyetler Birliği`ne üye olan, hâlihazırda bağımsız olan ülkelerin hepsine yardım ediyor. En çok da Ermenistan`a yardım ediyor, - oraya yılda 100 milyon dolardan fazla yardım yapılıyor, fakat Amerika bize yardım etmiyor.

Buğday olmadığı dönemlerde, kişilerin aç olduğu dönemlerde biz "Eximbank"ın kredisine gidip her yerde buğday arıyorduk, Amerika ise Ermenistan`a buğday gönderiyordu, şimdi de gönderiyor. Amerika Ermenistan`a bu yardımı yapıyor. Amerika`da, Fransa`da, diğer yerlerde bulunan Ermensi diasporası, zengin kişiler yardım ediyorlar, herkes yardım ediyor. Fakat Türkiye Azerbaycan`a hiçbir yardımda bulunmuyor, ben maddi yardımı kastediyorum. Bir keresinde kredi verdi, şimdi de yakamıza çökmüştür. Krediyi geri ödeyemiyoruz, üç dört sene sonra faizi de şu krediye eşit olacaktır. Böyle şey olur mu?

Önceler ben bu konuyla ilgili birkaç müracaatta bulundum, öylece kaldı. Şimdi bu kez başkanlara müracaat ettim. Ne de olsa ben hangi ülkenin hangisine ne kadar yardım ettiğini biliyorum. Azerbaycan`a kimse yardım etmiyor. Rusya Ermenistan`a ne kadar çok yardım yapıyor. Ermenistan`da nükleer santral bulunuyor. Biliyorsunuz, 1992 yılında onu kapattılar. Ukrayna`daki Çernobil Nükleer Santrali`nde büyük bir kaza, facia yaşandı, bu nedenle Ermenistan santrali kapattı. Fakat elektrik enerjisi olmadığı için, baktı, neredeyse boğuluyor. Rusya`dan uzmanlar getirdi. Rusya oraya çok para yatırdı, nükleer santrali onardı, yeniden çalıştırdı. Rusya olmasaydı, Ermenistan bunu yapamazdı. Rusya`nın parası, uzmanları, bilimadamları gelip bunu yaptılar.

Azerbaycan`a ne Rusya yardım ediyor, ne Türkiye, ne İran, ne Amerika yardım ediyor. Toprağımızın yüzde 20`si işgal altındadır, bir milyon da mülteci var. Ben bunları söylememeli miyim? Başka şeyler de söyleyebilirim, fakat bu kadarı yeter.

Teşekkür ederim.

"AZERBAYCAN" Gazetesi, 9 Mayıs 1997 yılı.