Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev`in bir grup Şuşa ve Laçın ilçe sakini ile görüşmesinde açılış ve kapanış konuşması - Cumhurbaşkanlığı Sarayı, 6 Mayıs 1996

Sevgili kardeşler!

Sayın Şuşalılar, Laçınlılar!

Bugün biz buraya Azerbaycan halkının, cumhuriyetimizin hayatında en trajik olaylardan biri olan Şuşa ve Laçın`ın Ermenistan silahlı kuvvetleri tarafından işgalinin dördüncü yıldönümü nedeniyle toplanmış bulunuyoruz. Ben böyle günlerde tüm Şuşalılar ve Laçınlılarla bir arada olmak istiyorum. Fakat malum sebepler yüzünden bu, mümkün değildir. Bu nedenle Şuşa ve Laçin bölgelerinin temsilcileriyle görüşmek için sizleri buraya davet ettim. Amacımız o trajik günleri bir kez daha anmaktır. Anıyoruz, çünkü bunlardan gerekli sonuçları çıkarmak, ders almak, işgal edilmiş Azerbaycan topraklarının kurtarılması alanında yaptığımız çalışmalarda, etkinliklerde Şuşa ve Laçın`ın - Ermenistan silahlı kuvvetleri tarafından işgal edilmiş bu bölgelerimizin mutlaka boşaltılması gerektiğini bir kez daha beyan etmek zorundayız. Amacımız bundan ibarettir.

Bilindiği üzere, bu trajik olaylar hem Şuşa, hem Laçın bölgelerinin sakinlerini içini karartıyor, üzüyor, acı veriyor. Ancak bu, tüm halkımızın acısı, tasası, kederidir. Çünkü Şuşa`nın, Laçın`ın Azerbaycan toprağı olduğunu, cumhuriyetimiz, halkımız için ne kadar değerli, kıymetli olduğunu ispatlamaya gerek yoktur. Biz bu bölgelerden mahrum bırakılalı dört yıl oldu. Bu, çok büyük bir acıdır. Biz hepimiz bu acıya katlanıyoruz. Fakat Şuşalıların, Laçınlıların daha derin bir acı ve üzüntü duyduklarını biliyorum. Zira yerlerinden, yurtlarından oldukları için onlar zorlu bir yaşam mücadelesi veriyorlar. Maalesef, bunlar hayatımızın gerçekleridir. Biz bunlara katlanıyoruz, bununla birlikte Şuşa, Laçın dahil tüm topraklarımızın kurtarılacağına, Şuşalıların, Laçınlıların kendi evlerine, yurtlarına, topraklarına geri döneceğine eminiz. Buna hiç şüpheniz olmasın. Ancak şimdilik biz acı, keder, facia içindeyiz. Bu yüzden görüşlerimizi birbirimizle paylaşmak için sizleri buraya davet ettim. İlk önce sizleri dinlemek, görüşlerinizi almak isterim. Görüşmemiz tam serbest, samimi bir ortamda yapılacaktır. Hiç kimse hiçbir şeyden çekinmesin, utanmasın. Kimin ne sozü, derdi varsa söylesin.

                                                                                  Kapanış konuşması

Şüphesiz ki, burada bulunan herkesin içinde söylemek istediği pekçok şey vardır. Bu da doğaldır. Ancak sanırım bu konuşmalar artık genel bir izlenim oluşturmuştur. Bu yüzden, bir itirazınız yoksa, bu görüşmemizi bitirelim.

Görüşmemizin başında açıkladım, bir kez daha söylemek isterim ki, Şuşa ve Laçın`ın Ermenistan silahlı kuvvetleri tarafından işgalinin dördüncü yılında bizim bu olayları daha doğru bir şekilde değerlendirme olanağımız eski yıllara oranla daha fazladır. Bu da gereklidir, zorunludur. Nitekim söz konusu olan şey bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti`nin toprak bütünlüğü, ülkemiz, halkımız için kutsal olan şehirlerimiz, köylerimiz, dağlarımız, ormanlarımız, nehirlerimiz, pınarlarımız, tarihi anıtlarımızdır.

Ermenistan silahlı kuvvetlerinin Azerbaycan üzerine taarruza geçmesinden bu yana cumhuriyetimiz, halkımız çok acılar yaşadı. Ne yazık ki, Ermenistan`ın bu saldırı eylemlerine karşı zamanında gerekli önlemler alınmadı, ülkemizin toprakları savunulmadı ve vatandaşlarımız pekçok sıkıntıya maruz kaldılar, topraklarımızın bir kısmı işgal edildi.

Biliyorsunuz, bunun hiçbir açıklaması olamaz. Ermenistan ile Azerbaycan arasında bulunan silahlı çatışma Ermenistan`ın, Azerbaycan`ın Dağlık Karabağ bölgesine yönelik toprak iddiası ile başlandı. Dağlık Karabağ, Azerbaycan`ın kopmaz bir parçasıdır. O, hiçbir zaman Ermenistan`a ait olmadı ve olamaz zaten. Bu durumda bu saldırı, istila niyetlerine, adımlarına karşı vaktinde gerekli önlemler alınacaktı. Ne yazık ki, bu önlemler alınmadı ve savaş, çatışma çıktı. Bu da Azerbaycan halkını böylesine zor bir duruma soktu. Ben bu arada belirtmek isterim ki, böyle bir durumda Azerbaycan`ın kendi topraklarını neden koruyamadığına akıl erdiremiyorum. Neden?

Azerbaycan, yüzölçümü itibariyle Ermenistan`ın iki katı, belki daha fazla büyüklüktedir; nüfusu çatışma çıktığı sırada - Ermenistan`dan iki kat fazlaydı. Dağlık Karabağ`da Ermeni kökenli yüz bin kadar Azerbaycan vatandaşı ikamet ediyordu. Bu durumda, Azerbaycan`ın kendi topraklarını neden savunamadığını aklım almıyor?

Ben bunu hep düşündüm. Azerbaycan Cumhurbaşkanı olarak bunu defalarca söyledim, bugün de söylüyorum, biz Azerbaycanlılar, Azerbaycan halkı başkalarının toprağına asla göz koymadık. Ne var ki eski dönemlerde Azerbaycan topraklarının bir kısmı çeşitli olaylar sonucunda başkalarının eline geçti, keza şimdi Ermenistan sınırlarının içinde bulunan toprakların bir bölümü de eskilerde Azerbaycan toprakları, Azerbaycan yurduydu: Göyçe Bölgesi, Zengezur bölgesi ve diğerleri.

Aradan yıllar, yüzyıllar geçti, çeşitli olaylar yaşandı. Nihayet, bu yüzyılın başlarında, yani 1918 ve 1920 yıllarında Azerbaycan`ın bugünkü sınırları tespit edildi. Bu sınırlar içerisinde bulunan toprakları biz öz topraklarımız gibi savunduk ve savunmalıyız. Bu anlamda, madem, sınırlar böyle tespit edildi, Güney Kafkasya`da oluşan bu sınırlar çerçevesinde biz başka ülkelerin, devletlerin topraklarına göz koymadık ve bugün de koymuyoruz. Ancak kendi topraklarımızı koruyup kollamalı, savunmalıyız. Biz ayrıca topraklarımızın bir bölümünün başka bir devletin eline geçmesini de asla kabul edemeyiz. Bu nedenle, sanırım, Azerbaycan hükümeti, devleti bu ihtilaf başladığında konunun Ermenistan`ın Azerbaycan`a yönelik toprak iddiası olduğunu ve bunu önlemek için ciddi ve çok etkili önlemlerin alınması gerektiğini anlamalıydı. Bu olayları zamanında önleyecek, bu olaylara uygun cevabı verecek önlemler alınmalıydı.

Bunlar yapılmadı. 1988 yılında başlayan bu süreçler, - ki artık 8 sene oldu, - bizi böylesine zor bir duruma soktu. Bu süreçler sırasında Şuşa ve Laçın bölgelerinin Ermenistan silahlı birlikleri tarafından işgal edilmesi bu savaş boyunca cumhuriyetimize, halkımıza, devletimize vurulan en büyük darbedir. Şuşa ve Laçın`ın Azerbaycan için ne kadar önemli olduğunu siz iyi bilirsinz, halkımız da iyi bilir. Birincisi, Şuşa Azerbaycan`ın en değerli ve büyük geçmişi olan bir köşesidir. Şuşa`yı inşa edenler Şuşa şehrini kuranlar, Şuşa kalesini yapanlar Azerbaycan toprağına sahip çıktılar ve Karabağ`da Azerbaycan toprağını her daim savunmak için Şuşa şehrini, kalesini yaptılar. Bu, Azerbaycan halkının, atalarımızın yaptığı büyük bir anıttır, sıradan bir şehir değil, büyük bir tarihi anıttır. Bu şehirde, onun çevresinde Azerbaycan halkının birkaç yüzyıllık tarihi geçmişe sahip olan büyük kültürü, kültürel mirası, kahramanlık örnekleri oluştu. Bu nedenle Şuşa sadece Şuşalılar için değil, tüm Azeriler için, vatanını, milletini seven her vatandaşımız için kıymetli bir şehirdir, değerli bir topraktır, kıymetli bir kaledir, değerli bir anıttır. Ne var ki Şuşa`yı işte bu değerinden dolayı, Azerbaycan için bunca önem taşıdığından dolayı savunmak gerekiyordu.

Şuşa`yı kurup-yapanlar Şuşa`yı korumak için öyle bir yere inşa ettiler ki, orayı fethetmek mümkün değildi. Şuşa`nın işte o yüksek kayalar üzerine, Karabağ`ın en yüksek yerlerinden birinde inşası da bir tesadüf olmasa gerek. Yani, Şuşa`yı inşa edenler bunu tesadüfen yapmadılar. Asla. Onlar bunun bir kaleye dönüşmesi ve Azerbaycan devletinde, topraklarında yaşayacak insanların devletini, toprağını, halkını savunabilmesi için bilhassa orada inşa ettiler. Şuşa, konum itibariyle askeri ve stratejik açıdan önem arzediyordu. Bu yüzden Şuşa`yı korumak belki de cumhuriyetimizin diğer yerlerini Ermeni sadırısına karşı korumaktan daha kolaydı. Ancak bu olmadı.

Şuşa, böylesine büyük bir geçmişe sahip olduğu için her zaman tüm Azerbaycanlıların dikkatini çekti, sadece Şuşalıların, orada yaşayan, Şuşa kökenli insanların değil tüm Azerilerin himayesi altında oldu. Dünyanın birçok yerinde Şuşa`yı tanıyorlar, seviyorlar ve Şuşa`ya büyük saygı ve sevgi duyuyorlar. Yüzyılın başlarında da Şuşa`ya özel ilgi gösterilmesi tesadüf olmasa gerek.

Hatırlıyorum, ben Şuşa`yı ziyaretim sırasında, - ki biz o dönemde Şuşa`nın anıtlarını restore ettik, çok işler yaptık - yapıların restorasyon durumu hakkında bilgi edinirken şehrin merkezindeki bir camiye geldim. Orada bana büyük bir fotoğraf gösterdiler. Bu fotoğraf, Neriman Nerimanov`un 1920 yıllarında Şuşa`ya gelişi zamanı halkın önünde konuşma yaparken çekilmişti. Ben bunu biliyordum. Fakat bu müzede aynı fotonun saklanmış olması beni çok sevindirdi. Söylemek istediğim şu, Şuşa`ya her zaman ilgi ve ihtimam gösterildi. Şuşa, Azerbaycan`ın hemen hemen büyük bir tarihi anıtı, aynı zamanda - şiir diliyle söylersek, - incisidir.

İşte bu nedenlerden dolayı Azerbaycan`da çalıştığım önceki dönemlerde devletin Şuşa`ya her zaman ilgi göstermesi için uğraştım ve biz bu konuda çok işler yaptık. Nizami Behmenov, demin vurguladı, yaşadığımız yüzyılda Şuşa`yı 1905, 1907 ve 1920 yılında yakıp yıkmışlar. 1920 yılında Şuşa daha korkunç olaylar yaşadıi. Ancak ne yazık ki, aradan onca yıl geçse de, Şuşa`nın evleri, binaları yıkılmış, yakılmış durumdaydı.

Ben Şuşa`ya ilk kez 1967 yılında, o dönemde yaşanan trajik bir olay nedeniyle gittim. Biliyorsunuz, o sırada 1967 yılında Stepanakert`te büyük bir sorun çıktı, Dağlık Karabağ`daki Ermeniler ile Azeriler arasında kan döküldü. Çok büyük bir facia yaşandı. O dönemde Dağlık Karabağ`da bulunan bazı haydutlar, Azerbaycan halkına karşı düşmanca bir tutum izleyen insanlar hapiste olan iki-üç Azerbaycanlıyı götüren tutuklu aracını ateşe verdiler. O zaman biz bunun nedenlerini araştırdık ve ben on beş gün orada kaldım, Şuşa`nın her yerini gezdim, dolaştım, gördüm.

O sırada ben henüz Azerbaycan`ın başkanı değildim, fakat makam ve mevki sahibiydim. Şuşa`yı gezdim, burayı detaylıca öğrendim. Şuşa`yı böyle durumda bırakamayız kanısına vardım. Bu sebeple dönemin Azerbaycan yöneticilerine gidip kendi düşüncemi söyledim. 1969 yılında Azerbaycan`ın başkanlığına seçildikten sonra ben Şuşa`yı bayındır bir yer yapmak, 1920 yılında bu şehrin başına gelen olayların izlerini tamamen silmek, yıkılmış, yakılmış evleri restore etmek, bununla birlikte tarihi anıtlarını korumak, restore etmek, Şuşa`yı büyük bir müzeye dönüştürmek için ilk adımlar attım.

Şuşa, bir şehir olmanın yanı sıra gerçekten tam bir müzedir - Azerbaycan halkının tarihi, kültürü ve biliminin büyük bir bölümünü yansıtan bir müze. Şehir, başlı başına hem yapısı, hem anıtları, mimarlık binaları, Cıdır Ovası, doğal güzellikleri itibariyle büyük bir müzedir. Bu nedenle 1970`li yıllarda Şuşa şehrinin geliştirilmesi için biz birkaç özel karar aldık. Ben bu toplantı öncesinde söz konusu kararları arşivden bulup bana getirmelerini rica ettim. Bunlar o sırada, 1970`li yılların başlarında, ortalarında benim girişimim üzerine kabul edilen, benim imzaladığım kararlardır. Nizami Behmenov, bu konuyla ilgili söyledi, ben de şunu vurgulamak istiyorum ki, o sırada biz Şuşa`nın eski binalarını, anıtlarını restore ettik, bunun yanı sıra çok yeni şeyler yaptık.

Molla Penah Vagif, Azerbaycan halkının büyük şairi ve medar-ı iftiharıdır. Hatırlıyorum, 1960`lı yılların ortalarında biz Molla Penah Vagif`in 250. doğum yıldönümünü kutladık. 1967 yılında ben Şuşa`da olduğum sırada Molla Penah Vagif`in mezarını ziyarete gittim. Önce onun mezarını hiç bulamıyorlardı, sonra ben rica ettim, buldular, gidip gördüm. Kuşkusuz, o mezar Molla Penah Vagif`e layık bir mezar değildi. Dolayısıyla, böylesine seçkin bir şahsiyetin mezarını onun kimliğine uygun bir düzeyde yapmak gerekiyordu. Ben 1970`li yıllarda bu düşüncemi gerçekleştirmeye çalıştım ve bunu başardım. 1980 ve 1981`li yıllarda Molla Penah Vagif`in mezarı üzerine büyük bir anıt, türbe inşa edildi. Bu, çok güzel bir mimari anıttı. Ben bunu Azerbaycan`ın yaşamında büyük, önemli, tarihi bir olay olarak algıladım ve oraya tek başına gitmedim, dönemin Azerbaycanlı bilim, kültür, sanat adamlarının çoğunu da oraya davet ettim. Biz çok kalabalık bir grupla Şuşa`ya gittik, orada Molla Penah Vagif`in türbesini açtık, konuşmalar yapıldı.

Ama sadece bununla kalmadık. Orada bir çok tarihi anıt, cami, başka binalar restore edildi ve bayındır hale getirildi. Bunun yanı sıra bir çok yeni bina inşa edildi. Bizim için çok değerli olan Üzeyir Hacıbeyov evi müzesi, Bülbül evi müzesi ve başka benzeri müzeler, anıtlar yapıldı. Nizami Behmenov tüm bunları anlattı, onun için ben bir kez daha tekrarlamak istemiyorum. Yeni yapıların inşası, korunması büyük çalışmalardı. Hatırlıyorum, o sırada Şuşa`ya Azerbaycan`ın büyük şahsiyeti Natavan`ın heykeli dikildi. Ben hatta çok büyük sevinçle bunun açılışına da katıldım.

Böylece, biz bu anıtı de inşa ettik, eskiden Şuşa`da bulunan her ne varsa hepsini restore ettik. Aynı zamanda Şuşa`yı daha zengin kılmak, tarihine görsellik kazandırmak için çok işler yaptık, yeni binalar inşa ettik.

Hatırlarsanız, Şuşa`da büyük bir otel, çok katlı konutlar, çeşitli idari binalar inşa edildi. Biz o zaman Şuşa`yı çok saygın bir konuma getirdik. Şuşa, tüm Sovyetler Birliği`nde ünlü bir tatil kentine dönüştü ki, bunun da büyük önemi vardı. Zira o sırada Sovyetler Birliği`nin pekçok yerinden - illerden, kentlerden insanlar buraya tatile geliyorlardı. Bu arada onlar Azerbaycan tarihi, kültürü ve sanatını öğreniyorlardı. Bunlar hepsi o yıllarda Şuşa`nın geliştirilmesi için yapılan çalışmalardır. Bunlar aynı şekilde Şuşa`ya gösterilmiş olan ilgiyi yansıtıyor. Bu ilgi gayet doğaldır ve olması gereken buydu. 1920 yılından 1970 yılına kadar Şuşa`da bu ve benzeri çalışmalar, kuşkusuz, insanların ihmali yüzünden yapılmamamıştır.

Bu arada ben bir konuya değinmek istiyorum. Biz burada samimi sohbet ediyoruz. Pekçok kişi, insanın doğup-büyüdüğü yeri diğer yerlere kıyasla daha fazla sevdiğini düşünür. Bu, böyle değildir. Nitekim, biz Azerbaycan`ın her köşesini öz vatanımız gibi sevmeliyiz. «Herkes aslen nereliyse, orayı sever» şeklinde bir düşünce tarzını ortadan kaldırmak gerekir. Vatan hepimizin Vatanı`dır. Vatanın her yeri, her noktası bizim için Vatan`dır. Her insan için Şuşa da, Laçın da vatandır. Bu yerler yalnız Şuşalıların, Laçınlıların değil, hepimizin vatanıdır. Benim düşüncem bu yönde, ben hep bu duygularla yaşadım ve bugün aynı duygularla yaşıyorum. Bu yüzden Şuşa`yı kendi öz memleketim olarak görüyorum. Bu yakınlık içimdeki insani duygularla alakalı. Üstelik madem ben Azerbaycan başkanı oldum, demek, bu benim borcum, görevimdi.

Esefle belirtirim ki, önceki yıllarda Azerbaycan`ın yönetim çevrelerinde Şuşa`da doğup-büyüyen, bu şehirle ilgilenme olanağına sahip insanlar da oldu. Şimdi benim bunu söylemek için nedenlerim var. Her nedense onlar 1970`lerde Şuşa`ya gösterilen ilgiyi 40, 50, veya 60`lı yıllarda göstermediler. Bu da bir gerçektir. Nitekim Şuşa`nın gelişmesi için o yıllarda ve sonraki dönemde nelerin yapıldığı, her şey apaçık ortadadır. Doğru, bu, bizim borcumuzdu ve bizzat ben kendi borcumu yerine getirmeye çalıştığımı söylemek istediğim için bunları konuşuyorum. Belki daha fazlası yapılabilirdi. Mamafih Şuşa`nın gelişmesi, bayındır hale gelmesi, tarihi yapıların restorasyonu için yapılan çalışmaların çok değerli olduğunu düşünüyorum.

İşte tüm bunlardan dolayı bugün Şuşa`nın işgal altında bulunması içimizi karartıyor, üzüyor, acı veriyor. İnanın, benim kalbim sizinkinden daha fazla acı çekiyor. Çünkü bir çok kuşak emek harcadı, orada o şehri kurdu, onu kaleye dönüştürdü ve benim de buna bir katkım oldu. Bu yüzden ben çok kaygılanıyorum, çok üzülüyorum.

Bugün burada da anlaşıldığı üzere, Şuşa`nın işgaline izin verenler aslında onu iktidar kavgası için kurban verdi ve işte tüm bunlardan dolayı bu, korkunçtur. Bu fikirler geçen yıl görülen mahkeme duruşmasında saptandı, doğrulandı. Yani bunlar yenilik değildir. Aslında bu tür fikirleri herkes söyleyebilir, ancak bunun sabit olması gerekir. Ne var ki yapılan soruşturma, Yargıtay`ın yürüttüğü dava süreci ve verdiği karar artık hukuki açıdan kanıtladı ki, hem Şuşa hem Laçın o dönemde Azerbaycan`da farklı grupların, ekiplerin, iktidar savaşı veren insanların mücadelesinin kurbanı oldu. Bugün burada söylenen sözlerden bu, bir kez daha anlaşıldı ve teyit edildi. Bu, son derece vahim bir durumdur.

Şuşa hakkında ben çok konuştum. Ancak bu, Laçın`ın bizim için Şuşa kadar değerli olmadığı anlamına gelmemeli. Laçın Rayonu (red. rayon- idari birim) Azerbaycan`ın çok güzel köşelerinden biridir, dağ yöresidir. Güzel insanları, güzel doğası, dağları, ormanları, yamaçları vardır. Laçın`da 60 bin kadar Azerbaycanlı ikamet ediyordu. Nice kuşaklar orada nice çalışmalar yaptılar.

Burada Sultan Bey`in adını andılar. Gerçekten kendisi cesur bir kahramandı. Fakat sadece Sultan Bey değil, orada bir çok kuşak Laçın`ı kurdu, yaşattı. Birisi burada belirtti ki, Ebulfez Elçibey veya başka birisi güya Laçın`ın kasaba olduğunu, orada az sayıda kişinin yaşadığını söylemiş. Hatırlıyorum, 1974 yılında biz Laçın Şehri`nin 50.kuruluş yıldönümünü kutladık. O sırada biz Laçın Şehri`nin 50.yılı dolayısıyla büyük bir karar aldık ve aynı kararla Laçın Şehrinin, rayonunun genel kalkınma programını yaptık. Madem 1974 yılında biz Laçın`ın 50.kuruluş yılını kutladık, 1993 yılında birileri onun küçük bir kasaba olduğunu ve orada az sayıda kişinin ikamet ettiğini nasıl söyler? Böyle konuşan birisi Azerbaycan`ı hiç tanımıyordur demek. Peki onlar Azerbaycan`ı yönetmek iddiasında nasıl bulunuyorlardı? Bu, çok vahim bir durumdur.

Laçın Rayonu`nun gelişmesi için o sırada biz başka kararlar da aldık. Özellikle dağlık bölgelerin gelişmesi ile ilgili olarak kararlar aldık ve bu karar Laçın Rayonu`nu da bağlıyordu. Dağlık bölgelerden olan gençlerin daha avantajlı şartlarla Azerbaycan Cumhuriyeti`nin yüksek okullarına alınması kararını aldık, bu karar Laçın Rayonu`nu da ilgilendiriyordu. Şimdi kimi zaman Laçın`da yaşayanların dağ insanları olduğunu söylüyorlar, veyahut kimisi çoban olduğunu, kimisi köylü, filan olduğunu söylüyor.

Kelbecer`in işgal yıldönümü nedeniyle ben Kelbecerlilerle bir araya geldim, şimdi de Laçınlılarla buluşuyorum. Laçınlı pekçok bilim adamı, şair, aydın vardır. Laçın, Azerbaycan`ın çok sayıda önemli bilim, kültür, devlet adamını yetiştirdi. Nitekim, bu bakımdan da Laçin bölgesi hem doğası, hem insanlarına göre Azerbaycan`ın en kıymetli köşelerinden biridir.

Azerbaycan`ın bağımsızlığının, topraklarının korunması bakımından Laçin bölgesi, çok büyük stratejik öneme sahiptir. Mayıs 1992`de, muhtemelen öncesinde de, Ermenilerin diğer toprakları işgal etmek için öncelikli olarak bilhassa Laçın ve Şuşa`yı ele geçirme isteği bir tesadüf olmasa gerek. Bu, doğaldır. Coğrafyayı bilen insanlar muhtemelen bunu idrak ediyorlar. Zira Ermenistan, hep Dağlık Karabağ`ı kendisine bağlamak istemiştir. Ne var ki Ermenistan ve Dağlık Karabağ arasında Laçın Rayonu bulunuyor ve ana yol da Laçın`dan geçiyordu. Dolayısıyla bu, Ermenistan ve Dağlık Karabağ arasında direkt bağlantının sağlanamadığı anlamına geliyor. Oysa onlar direkt bağlantı kurmak istiyorlardı ve 1992 yılında bunu başardılar.

Tekrar söylüyorum, Azerbaycan`ın toprak bütünlüğünü, sınırlarını korumak ve Ermenistan`ın ülkemize karşı toprak iddiasının önlemek açısından Laçin ve Şuşa çok büyük stratejik öneme sahip bölgelerdi, Ermenistan silahlı kuvvetlerinin, bize düşman güçlerin işte bu bölgelerin işgali için tüm çabalarını birleştirmesi asla bir rastlantı değildir. Ben büyük bir acı ve üzüntüyle bir kez daha söylüyorum ki, bu, Azerbaycan`ın başında bulunan insanların ihanet ve hainliğinin sonucudur.

Ne Laçın, ne Şuşa bölgelerinin işgali mümkün değildi. Yine geçmişe dönüyorum. Eskiden de Şuşa`ya pekçok saldırı yapıldı. O sırada bütün bir Azerbaycan devleti de yoktu. Ancak Şuşa`yı, bulunduğu stratejik konumundan dolayı fethedemediler. Keza Laçın`ı da. Nitekim bugünkü konuşmalar Şuşa ve Laçın`ın sırf dönemin Azerbaycan yönetiminde bulunan kişilerce, üstelik hükümeti devirerek iktidara gelmek isteyen kişilerce kasıtlı olarak Ermeni işgalcilerine bırakıldığını teyit etmiş oldu. Ne yazık ki, bu, bir gerçektir. Biliyorsunuz, bir kişi kendi amacına ulaşmak için bir kimsenin, herhangi başka birinin canına kast etmiş olabilir. Dolayısıyla bu bir suçtur, kabuledilemez, ancak olabilir ve bu, sadece o kişiyi bağlar. Bir kimsenin her hangi eyleminin başka bir devlete zarar verme ihtimali de olabilir. Bu da bir suçtur, ancak bunun da bir sınırı vardır. Ancak Azerbaycan Cumhuriyeti, Ermenistan`ın saldırısına karşı direndiği bir zamanda, - ki Nizami Behmenov, demin hangi köyün ne zaman işgal edildiğini, ne zaman yakıldığını, gaspedildiğini günbegün, aybeay anlattı, - böyle bir zamanda sen Şuşa`yı bilerekten nasıl teslim edersin? Nizami Behmenov, Şuşa ve Şuşa`nın çevresindeki Dağlık Karabağ köylerinin işgal edilmesinden bahsetti, - böyle bir zamanda Mütellibov`u iktidara getirmek amacıyla birkaç gün içinde Şuşa`yı bilerek teslim ediyorlar - bundan büyük suç olamaz.

Biliyorsunuz, Şuşa ve Laçın Ermenistan silahlı kuvvetleri tarafından işgal edildiği dönemde ben Nahçıvan`da yaşıyordum, tüm olayları gazetelerden okuyor, bazı haberleri izliyordum. Kuşkusuz, bütün bu olanlar hakkında bir bilgi, en ufak bir fikir sahibi değildim. Ben buraya 1993 yılında geldim, işe koyuldum. 1995 yılında Laçın ve Şuşa`nın işgali ile ilgili yürütülen soruşturma sürecine kadar bu konuda bir bilgim yoktu. Ve dava sürecinden sonra ben bu bilgileri duyduğumda hala inanmıyordum, yani bu kadar büyük bir suç olur mu? Halkına karşı bunca ağır bir ihanet işlenir mi? İnanılacak gibi değil. Fakat dava süreci, mahkemenin kararı ve bu olaylara tanık olan sizlerin bugün burada söyledikleri tamamen gerçektir. Evet, bu, aynen böyle oldu. Rahim Gazıyev, Mütellibov bunu yaptılar. Bunu onların yandaşları yaptılar.

Öte yandan, bunu yapanlar o dönemde iktidara muhalif olan güçlerdi: Halk Cephesi vardı, Halk Cephesi`nin oluşumları - şimdi farklı partiler kurmuşlar - onlar vardı. Bu, doğrudur.

Örneğin, burada anlattılar, ben bunu bu kadar ayrıntılı bilmiyordum: Şuşa`nın savunmasına katılan çeşitli çete ve gruplar birbirinin emrine uymuyormuş: bu, Rahim Qazıyev`in birliği; bu, öbürünün birliği; - bu, başka birisinin birliği diyerek bu şekilde savaş yapılmaz, ülke savunulmaz. Üstelik Halk Cephesi bir devlet değildi, neden gidip kendi başına işler yapıyordu? Vahim olan şu ki, gidip orada şehri savunamadılar

Şuşa işgal edildi ve bunun ardından Mutalibov iktidara geldi, kaçıp gitti ve nihayet, bunun üzerine Rahim Gazıyev iktidarı ele geçirmek için, - burada siz de anlattınız, - oradan askeri birliklerini çekerek buraya kaydırdı. Halk Cephesi de kendi askeri birliklerini oradan çekti Azerbaycan`ın bu meydanlarına, Cumhurbaşkanlığı Sarayı`nın, parlamentonun, Yüksek Sovyet`in önüne konuşlandırdı, evet, amaç burada mücadele vermek, iktidarı silah zoruyla ele geçirmekti. Bu, aynen böyle oldu. Bunların hepsini ben bir zamanlar televizyondan izledim. Yüksek Sovyet binası önünde düzenlenen mitinglere Rahim Gazıyev, kendi birlikleri ile öbür taraftan geliyordu, İsa Kamber bu taraftan geliyordu, Ebulfez Elçibey diğer yönden geliyordu, Etibar Memmedov kendi birliği ile geliyordu, diğeri burdan geliyordu. Herkes bir grupla miting yapıyordu.

Vahim olan durum şu ki, - ben anladığm kadarıyla, - 8 Mayıs`ta Şuşa işgal edildiğinde Azerbaycan`ı yöneten kişilerin bundan haberi yoktu. Söylenenlere göre, 9 Mayıs`ta Yakup Memmedov Akdam`a gelerek olanlardan haberi olmadığını bildrimiş. Burada Şuşa`yı işgalcilere bıraktıktan sonra Rahim Gazıyev, Azerbaycan`ın başkanı olmak için görüşmeler yapmak amacıyla Taşkent`e kaçıp gitti. O sırada burada ortalık karıştı, ardından kendisi buraya döndü. Yine kendi amaçlarına ulaşmak için asker birlikleri çekti ve sizin de anlattığınız üzere 18 Mayıs`ta Laçın işgal edildi. Ayın 18`de burada, - ki bunu da o sırada televizyonda yayınladılar, - kimin Yüksek Sovyet Başkanı olması için mücadele verildiğini hatrılıyorsunuzdur. Nihayetinde Yüksek Sovyet Başkanı olması için İsa Kamberov`u seçtiler. Orada topraklar, Laçin gibi bir bölge elden gidiyor, - ki Laçin, Azerbaycan`ın bir kapısıdır, büyük bir kapısıdır denebilir. Eğer bu, elden gitmişse, kapı açılmıştır anlamına gelir, yani Ermenistan Azerbaycan`a istediği kadar silahlı kuvvet çıkarabilir, - orası elden gidiyor, efendime söyleyeyim, bunlar bunu umursamayarak meydanda, yahut Yüksek Sovyet binasında birbirine silah çekiyorlar, iktidarı ele geçiriyorlar.

Kimler mi? İktidarı sürdürme, devleti yönetme konusunda herhangi deneyimi, herhangi manevi hakkı, herhangi becerisi, herhangi yeteneği bulunmayan kişiler. Biliyorsunuz, Azerbaycan`ın faciası sadece cumhuriyetimizin Ermenistan tarafından saldırıya uğraması ve bu tecavüzün önüne geçilmemesi ile kalmadı. Azerbaycan`ın en büyük faciası, sokakta dolaşan bazı kişilerin, halkımıza herhangi hizmette bulunmayan, yeteneği, deneyimi olmayan insanların kişisel amaçlarını güderek, bunu fırsat bilerek Azerbaycan`da iktidarı ele geçirmesi oldu. Bu, korkunçtur. İhanet yaparak göreve gelenler asla bu görevde tutunamazlar. Allah böyle bir şeye izin vermez, izin veremez.

Bu kadar kurban, bu kadar kan, ihanet pahasına iktidara geldiyseniz, sahip çıksaydınız, neden yapamadınız? Eğer gücünüz yoksa, neden iktidar için can atıyordunuz? İktidara gelmek isteyen kişinin gücünü, olanaklarını, yeteneğini ölçüp tartması, Azerbaycan böyle bir savaş ortamında iken bu işi yapıp-yapamayacağını düşünüp taşınması gerekir. Onları ne Azerbaycan, ne millet, ne toprak ilgilendiriyordu. Onlar yalnız bu mevkilere gelmek, Azerbaycan`ın servetlerini savurarak kendi kişisel amaçlarına ulaşmak istiyorlardı.

Bir grup – Mütellibov`un grubu ihanet yaparak Azerbaycan`a bunca zarar verdi. Daha sonra kaçıp gitti, şimdi dört yıldır Moskova`da yaşıyor, yeniden Azerbaycan`da iktidara gelmek istiyormuş. Öbür grup, kişisel menfaatlerine ulaşmak için güya muhalefette yer aldı, geldi iktidarda tutunamadı, 1993 yılında cumhuriyeti iç savaşa sürükledi. Kaçtılar, dağıldılar, şimdi tekrar muhalif güç oldular, gazetede her gün bir şey yazıyorlar. Muhalefet olmuşlar. İktidar iken Azerbaycan`a bunca zarar veren biri nasıl muhalefet olabilir? Muhalefet iken Azerbaycan topraklarının işgal edilmesine yol açtılar. Sizin ne hakkınız var? Hiçbirisinin - ne Moskova`da saklananların, ne Keleki`de saklananların, iktidarda olup sonra kaçıp giderek şimdi kendilerini muhalefet ilan edenlerin hiçbirisinin gelip de Azerbaycan`da mevki sahibi olmaya, iktidara gelmeye manevi hakları yoktur.

Onların hepsi işledikleri günah, ihanet ve suçlardan dolayı Azerbaycan halkına hesap vermelidirler. Bazılarının suçu artık sabitlenmiştir. Ne var ki birilerinin suçunun henüz kanıtlanmamış olması onların suç işlemediği, ihanet yapmadığı anlamına gelmez. Ayrıca bugünkü konuşmalar da tam açıklık getirdi. Keza siz bu yapılanlara tanık oldunuz, bu süreçleri kendi gözlerinizle gördünüz, - onlar suç işlediler. Bu yüzden bunlar tek sizi değil, tüm halkımızı, milletimizi üzüyor. Şimdi hepimizin derdi, düşüncesi işgal altındaki topraklarımızın kurtarılması, Azerbaycan`ın toprak bütünlüğünün sağşlanması ile ilgilidir.

Bu bağlamda, yineliyorum, Şuşa, Laçın`ın işgali Azerbaycan`a bakın ne kadar büyük zarar vermiştir. Şuşa ve Laçın`ın Ermenistan silahlı kuvvetlerince işgali diğer Azerbaycan bölgelerinin işgalinin kapısını, yolunu açtı ve onlara büyük olanaklar sundu.

Biliyorsunuz, biz ateşin kesilmesi için 12 Mayıs 1994 tarihinde Ermenistan ile bir anlaşma yaptık. Birkaç gün sonra ateşkes sağlanalı iki yıl olacak. Biz ateşkes koşullarında yaşıyoruz, savaş yapılmıyor. Bugün düşünüyorum da, 1993 ve 1994 yıllarında oluşan durum itibariyle bu ateşkes anlaşmasını imzalamamız doğru bir adım oldu. Geçtiğimiz iki yıl bu adımımızın, kararımızın ne kadar doğru olduğunu kanıtladı. Bu süre boyunca biz Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki anlaşmazlığı barış yoluyla çözmek için çalıştık ve hala çalışıyoruz. Çeşitli düzeylerde görüşmeler yapılıyor. Siz televizyon ve gazetelerden bunları izliyorsunuz. Sanıyorum, fazla bilgiye gerek yoktur. Zira yaptığım tüm görüşmeler, aynı zamanda benim talimatım üzerine müşavirimin, yahut Dışişleri Bakanlığı, başka kişilerin yaptıkları görüşmelerin hepsi radyo, televizyon ve basın aracılığıyla kamuoyuna duyurulmaktadır.

Ermenistan ile yürütülen görüşmelerde bir sonuca varamıyoruz. Neden? Şuşa, Laçın konusu yol almamıza hep engel oluyor. Şimdi bir düşünün Şuşa, Laçın Ermenistan için, saldırgan güçler için ne kadar önemlidir. Ben bunu anlattım, size de açıkça söylüyorum: Bu yıl 21 Nisan`da Lüksemburg`da bulunduğum sırada geceleyin Ermenistan Cumhurbaşkanı Ter-Petrosyan ile bir araya gelerek detaylı olarak konuştuk. Bu sorunu nasıl çözeceğimizi yine görüştük. Onlar işgal ettikleri bölgelerden, topraklardan, - kuşkusuz Dağlık Karabağ hariç, - çekilmeye karşı değiller. Ama Laçın bölgesinden çekilmek istemiyorlar. Çünkü Laçin bölgesinin onlar için çok hayati önem taşıdığını tahmin edemezsiniz. Eğer Laçin ilçesinden çekilirse onların Dağlık Karabağ ile bağlantıları kopacak. Şuşa ilçesinden ise çekilmek istememelerine neden, onlar Şuşa bölgesi`ni eski idari taksimat gereği Dağlık Karabağ`ın sınırları içinde bulunduğunu düşünüyolar. Bu nedenle eğer onlar Dağlık Karabağ`da kalacak olursa bu, Şuşadan da çekilmeyeceği anlamına gelir.

İşte bu iki konu görüşmelerimizde mesafe kaydedilmesine engel oluşturmaktadır. Biz imzalayacağımız anlaşmaya «Ermenistan silahlı kuvvetleri Laçin ve Şuşa dahil olmak üzere tüm bölgelerden dahil çekilmelidir» kelimelerinin yazılmasını talep ediyoruz. Ne var ki onlar öteki bölgelerden silahlı kuvvetlerini çekmeye hazırdırlar, ancak Laçın ve Şuşa bölgeleri hariç. Orada çeşitli seçenekler mevcuttur, onları tartışıyoruz. Daha fazla zamanınızı alıp bunları anlatmak istemiyorum. Onlar bir seçenek sunuyorlar, biz bir seçenek sunuyoruz. Her halde konu bu noktada tıkanmış durumda.

Bu arada bazı çevreler, güçler, benim çevremde bulunan kişilerin bazıları hep bana söylüyorlar, bazı yabancı ülke cumhurbaşkanları da bunu bana söylediler: Madem, birdenbire altı bölge kurtulacak, bu bölgelerden olan mülteciler kendi yerlerine dönecekler, neden böyle inat ediyorsunuz. Şimdi mesele bununla bitmiyor. Bu arada biz Dağlık Karabağ`a statü söz verdik. Onlar, Dağlık Karabağ`ın statüsü tartışıldığı sırada Laçın ve Şuşa konusunun masaya yatırılmasını istiyorlar. Bazıları, siz neden bunu kabul etmiyorsunuz, inat ediyorsunuz diye soruyorlar. Bu konunun aşama aşama çözülebileceğini söylüyorlar. Örneğin, Ağdam, Fuzuli, Cebrail, Zengilan, Qubadlı, Kelbecer bölgeleri kurtarılacak, bu bölgelerin vatandaşları, sakinleri kendi yerlerine dönecek, bu kedi başına belirli bir ortam sunmuş olacak. Ermenistan tarafı da, bunun, belirli bir ortam sağlayacağını, yani birbirine güvenin artacağını, çelişkilerin ortadan kalkacağını vesaire söylüyor. İkinci aşamada Dağlık Karabağ`a statü tanınacağı durumda Laçın ve Şuşa konusunun ele alınacağını bildiriyorlar.

Ben bunu kabul etmiyorum. Şimdi Şuşa ve Laçin ne kadar önemli ve ne kadar değerli olduğunu bir düşünün. Sanırım, siz de benim söylediklerime katılıyorsunuz. Bunları size anlatmakta amacım durumun ne olduğunu sizin bilmenizdir. İkincisi de, yineliyorum, bakın eğer Şuşa ve Laçın`ı kaybetmeseydik bu sorunların çözümü çok daha kolay olurdu.

Burada konuşanların hepsi, Sizler bana çok büyük umutlar bağladığınızı, güvendiğinizi bildirdiniz. Benim bu sorunu çözebileceğime inanıyorsunuz. Biliyorsunuz, eğer ben bu sorumluluğu üstlendiysem, hayatımı, canımı, neyim varsa hepsini Azerbaycan`ı bu beladan kurtarmaya feda ediyorum. Bu, benim hayatımın amacıdır. Bu konuda bana bir şey söylemenize gerek yoktur. Eğer bunu amaç edinmeseydim, 1993 yılında Bakü`ye dönmeyi kabul etmezdim. Şimdi burada o bu, iktidara gelmek için mücadele veriyor. Biliyorsunuz, o dönemde Nahçıvan`da ikamet ediyordum ve Azerbaycan`da bir mevki makam sahibi olmak gibi bir amacım asla yoktu. Şimdi siz bana, şu veya bu dönemlerde gelmiş olsaydım daha iyi olacağını söylüyorsunuz. Bu, sizin görüşünüzdür. Ne var ki benim böyle bir düşüncem yoktu. Ben sonsuza dek doğduğum yerde yaşamak istiyordum ve Azerbaycan`da tekrar başkan olmayı düşünmüyordum. Benim kararım kesindi.

1993 yılında iç savaş çıktığında bana pekçok müracaatlar oldu. Ben hemen kalkıp gelmedim. Birkaç gün boyunca bana çağrılar yapıldı, beni buraya getirmek için birkaç gün boyunca uçaklar geldi. Kabul etmedim. Ve hatta buraya geldikten sonra bile rıza göstermedim. Bakü`ye geldim, bir hafta sonra evet dedim. Buraya gelmem için beş altı gün boyunca benimle görüştüler. Cumhuriyetteki durumun çok gergin olduğunu gördükten sonra kabul ettim. Bugün halk nasıl, ben de öyle olmalıyım dedim. Eğer halk zor durumda yaşayacaksa, ben de aynı durumda olmalıyım. Bu yüzden onay verdim.

Yani söylemek istediğim şu ki, benim böyle bir arzum, isteğim olmadı. Zira ben eskiden Azerbaycan halkına yaptığım hizmetlerin yeterli olduğunu düşünüyordum. Bu kadarı yeterdi. Ancak madem bu sorumluluğu üstlendim, bu, önümdeki sorunu, bunu çözmem gerektiğini idrak ederek üstlendiğim anlamına gelir. Bunları çözmek için tüm olanaklarımı kullanacağımdan emin olabilirsiniz. Ancak işte bu çözüm sürecinde bir noktada tıkanıp kaldık. Bu görüşmelere Nizami Behmenov de katıldı, kendisi bunları biliyor. Ermeniler, bu noktadan geri adım atmıyorlar, aynı şekilde biz de geri adım atmıyoruz.

Ben tekrar tekrar söylüyorum, zira Şuşa ve Laçın`ın Ermenistan silahlı kuvvetlerine bırakılmasının bizim için ne kadar büyük bir kayıp, zarar olduğunu ve sorunun çözümünde ne kadar büyük zorluklar çıkardığını anlamanızı istiyorum. Bakın bu bölgeler bizim için o kadar değerlidir ki, biz diğer bölgelerin boşaltılmasını bu iki bölgenin kurtarılmasına bağlıyoruz ve hepsinin birden kurtulmasını istiyoruz. Sanırım, işte bunların hepsi bizzat benim Şuşa, Laçın sorununa yönelik tavrımı, çabalarımı çok net bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Bu yıllar zarfında, düştüğü bu zor durumunda Azerbaycan`a ihanet etmiş tüm kişilerin cezasını alacağından kuşkum yok. Ancak bu bize hiçbir şey vermeyecektir: birisi cezalandı, tutuklandı, hapis yattı - bununla bizim topraklarımız kurtulmuyor. Yani söylemek istediğim şu ki, onlar ne kadar ağır ceza alsalar bile, bu, Azerbaycan`ın uğradığı zararlarla kıyaslanamaz. Bu, bizim o yaralarımızı iyileştirmedi. Verilen zararlardan bizi kurtarmadı. Onun için bu ihanetin Azerbaycan`a ne kadar ağır, derin bir yara açtığını anlarsınız.

Tüm bu hainler, suçlular cezalarını bulacaklar. Sanırım Şuşa ve Laçın`ın Ermenistan silahlı kuvvetlerine bırakılmasından sorumlu olanlar ve genellikle o dönemin siyasi süreçlerinde ihanet edenleri mahkeme kararının yanı sıra halkın yargılaması gerekir. Mahkeme kararı belli bir hukuki düzenlemedir. Ama Azerbaycan halkının, Şuşa, Laçın halkının genel hükmü gerekir. Sanıyorum, siz bu konuyu düşünmelisiniz. Bu suçluları, hainleri halkın, vatandaşların yargılaması gerekir. Neden mi? Sadece cezalarını bulsunlar diye değil, bunların tekrar yaşanmaması için ders çıkarsınlar diye.

Burada konuşan Şuşalı arkadaşımız birkaç kez tekrarladı, neden bizim halkımız böyledir. Ben halkımızın bu olmadığını, halkın içinden bazı kişilerin böyle olduğunu söylemek zorunda kaldım. Ne var ki bunlar hep oldu, bunlar eskiden de vardı, şu son yıllarda da vardı, bugün de var. Sayıca az olsalar bile Azerbaycan halkı, bağımsız Azerbaycan devleti için çok tehlikelidirler. Bugün pek tehlikeli olmayabilirler, fakat gelecek için tehlikelidirler. Bunu bilmeniz gerekir.

Biliyorsunuz, bu devleti korumak için, demin sizin de anlattığınız üzere, o zamanlar tecrübeli yöneticiler yoktu, bu yüzden Azerbaycan böyle duruma düştü. Ancak şimdi ileriye bakmamız gerekir. Azerbaycan`ı ileride kimler yönetecek? Yönetim gerçekten deneyimli insanlarin eline geçerse, kuşkusuz, bu, tehlikeli değildir. Ya bu böyle olmazsa, o zaman ne olacak? Azerbaycan`ın geleceğini düşünmeliyiz.

Ben sadece herkes bu olaylardan ibret alsın, bundan ders çıkarsın diye halkın ortak hükmünden, bu cezalardan bahsediyorum. Sanırım bu insanlar bugünkü görüşmemizden bir sonuç çıkarırlar, ben bunu çok istiyorum. Şunu bilsinler, onların gittiği yol – ki bazıları hala bu yolu izliyorlar - asla onlara başarı kazandırmayacaktır. Geçici olarak bir zamanlar bir şeyler yapmış olabilirler. Evet, yaptılar. Mutalibov da geçici bir süre için orada bir şey yaptı, diğerleri de, daha sonra gelenler de yaptılar, fakat bir sonuca ulaşamadılar. Bilakis hain oldukları, halkın çıkarlarına zarar verdikleri ortaya çıktı. Buna rağmen, ben onların da bir ders çıkarması, doğru yola gelmesi ve herkesin doğru bir yolda ilerlemesi gerektiğini düşünüyorum. İşte bu yüzden, bu konularda halkın ortak bir kararının olması gerektiğini söylüyorum.

Burada konuşma yapanların hepsi bu barış görüşmelerinden bir sonuç sağlanmazsa gidip kendi topraklarını kurtarmaya hazır olduklarını da bildirdiler. Doğru söze ne denir. Ben de aynı görüşteyim. Ben tamamen size katılıyorum. Biz olabildiğince bu sorunu barış yoluyla çözmeye çalışacağız. Buna emin olabilirsiniz.

Ancak bunun yanı sıra, topraklarımızın uzun süre Ermenistan silahlı kuvvetlerinin işgali altında kalmasını da asla kabul edemeyiz. Buna razı olamayız. Belli bir sınır vardır, bu noktaya kadar biz bu sorunu barışçıl yoldan çözemez isek, kuşkusuz, tüm yolları denemeliyiz. Bu yüzden Şuşalılar, Laçınlılar, Akdamlılar, Fuzulililer, Cebrayıllılar, Kelbecerliler, Zengilanlılar, Kubadlılılar, bir tek onlar değil, tüm Azerbaycan vatandaşları, gençlerimiz bilmelidirler ki, toprağını savunmak, toprağını işgalcilerden kurtarmak için herkesin hazır bulunması gerekir. Lafta değil, fiiliyatta.

İşte o adamların lafta ne işler çevirdiğini gördünüz, değil mi? Siz bu insanların gelip Şuşa`ya toplandığını söylediniz. Neden gelip toplandılar? Zira Şuşa öyle bir yerdi ki, orada herkesin kendi siyasi çıkarı vardı. Rahim Gazıyev de, Arif Hacıyev de, Halk cephesinin bazı üyeleri de oraya geldiler, Etibar Memmedov da, öbürü de oraya geldi. Niçin geldiler? Gelip ne yaptılar? Geldiler, iki gün sonra, Şuşa`nın işgalinin ardından biri Rusya`ya, biri Taşkent`e, biri Türkiye`ye gitti. Peki neden gittin? Burada senin toprakların işgal edilmiş, sen bunu geri almaya çalış. Biri oraya gidiyor, biri buraya gidiyor. Neden gidiyorsunuz?

Onun için bu işler lafta değil, - çok laflar duyduk, -fiiliyatta olmalıdır. Anlıyorum, demin burada yaşlılarımız da gidip savaşabileceklerini söylediler. Evet, onlar da gidebilirler, ancak bunun için gençlere ihtiyacımız var. Şimdi ordumuz kuruldu, kurmaya devam ediyorlar, - Savunma Bakanı burada bulunuyor, - ancak sizin insanlardan kaç kişi orduda hizmet ediyor, nasıl hizmet ediyorlar, hazırlanıyorlar, bunları düşünmek lazım. Sırf bunun için değil. Biz bağımsız bir devletiz. Bağımsız devletin bağımsızlığını korumak için yeterli ordusu bulunmalı ve üstelik bu ordu üstün bir düzeyde olmalıdır. Bu nedenle ordunun yapılanması için bizim kadar sizin de uğraşmanız gerekir. Her genç orduda hizmet etmeli, hazırlanmalı, askeri mesleği benimsemeli, silah kullanmayı bilmelidir. Her hangi olay vuku bulursa, nitelikli insanlarımız olmalı. Bizim hem askerimiz, hem subayımız, hem generalimiz olmalıdır.

Hepsi olmalıdır.

Bu, tabii ki, Savunma Bakanlığı`nın yapacağı iştir. Ancak bu, aynı zamanda sizin, tüm halkın işidir. Ordu, halkın ordusudur. Ordu, halkın gençlerinden oluşuyor. Bu yüzden size katılıyorum. Biz bu konuda hemfikiriz. Fakat bu düşünceyi gerçeğe dönüştürmek için hem ben hem siz, hepimiz bundan böyle daha fazla çaba harcamalıyız. Sizler çeşitli yerlerde barınıyorsunuz. Herkesi bir araya toplamak, kuşkusuz, mümkün değildir, belki buna pek gerek yoktur. Burada bir öğretmen hanım konuşma yaptı, çok hoşuma gitti. Biz, örneğin, Şuşadan olan çocukların Şuşa okuluna gitmesi için uygun koşulu sağlıyoruz. Öğretmen hanım çocukların asimile olmamalarını söyledi. Ben bu düşünceye katılıyorum. Yani, Şuşalılar, Laçınlılar, yahut Zengilanlılar, Akdamlılar Azerbaycan halkının içerisinde eriyip gitmesinler birbirini yok etmesinler. Bunu söylemekte amacım araya bir mesafe konulması gerektiği değil, asla.. Biliyorsunuz, toprağa, Vatana, atalarımızın yurduna bağlılık konusu vardır.

Örneğin, Laçın bölgesinden pekçok insan Bakü`ye, Azerbaycan`ın diğer şehirlerine gitti, eğitim aldı, büyük bilim, kültür adamı oldu. Aslen Şuşalı pekçok bilim, kültür, devlet adamlarımız var. Bu da doğaldır. Azerbaycan, sadece Bakü`den ibaret değildir. Evet Bakü, tüm Azerbaycan`dır. Hiçkimse Bakü`nün öyle sıradan bir Bakü olduğunu zannetmesin. Bakü`nün bir başkent olması zaten bunun tüm Azerbaycan olduğunu ifade eder.Yani, orada herkesin kendi yeri var, herkes gelip burada yaşayabilir, çalışabilir, girişimlerini, yeteneklerini gözler önüne serebilir. Bununla birlikte biz o topraklarımızın da boş kalmasına izin vermemeliyiz. Hepimiz aynı yerde toplanmamalıyız. Bu yüzden Şuşalı birisi Şuşa`ya döneceğini, dönüp kendi evini onaracağını, orada yaşayacağını, Şuşa`nın manzarasından zevk alacağını, babasının, dedesinin mezarını ziyaret edeceğini, üstelik bir kere değil, hep ziyaret edeceğini her daim düşünmelidir. Lacınlı da, diğeri de aynen onun gibi düşünmeli.

İşgal altındaki topraklardan göçe tabi tutulan vatandaşlarımızın barındıkları yerlerde hep kendi bölgelerinin geleneklerini sürdürmeleri gerekir. Bu nedenle bu bölgelerin tüm resmi makamları - yürütme organı, polisi, savcısi, askerlik şubesi de hala faaliyetini sürdürüyor. Siz, örneğin 40, 50 veya 60 bölgeye yerleşmiş olsanız bile bunlar mutlaka olmalı. Birbirinizle temaslarınızı hep sürdürmelisiniz. Kendi toprağınızı, evinizi asla unutmamalısınız. Geri dönecek, kendi evinizi restore edecek, yuvanızı kuracaksınız, daha sonra kendiniz veya çocuklarınız, bir bakarsanız, yine Bakü`ye gelir, okur, eğitim alır, büyük işe girerler. Bu, doğaldır. Bugüne kadar neyse hep öyle olmalıdır. Sanırım siz, beni anlıyorsunuz.

Evet, Şuşa`nın da kendi okulunun olmasına çok sevindim. Bırakın olsun. Bu, Şuşalıları ve Bakülüleri birbirindne ayırmak istediğim anlamına gelmemeli. Asla. Ancak kendi okulu olsun. Kendi okulu olunca o, Şuşa`yı daha fazla düşünecek. Biliyorsunuz, Vatan duygusu nereden
başlar? İnsanın kendi evinden, kendi annesinden, babasından başlar. Öyle değil mi? Vatan, insanın doğup büyüdüğü topraktan başlar. Kimisi sadece orayı Vatan bilir, ancak çoğunluk hem orayı, hem genel olarak tüm yurdu Vatan bilir. Örneğin, ben demin söyledim, Azerbaycan`ın her yeri, noktası, köşesi her birimiz için – hem sizin hem benim için Vatan`dır. Zaten böyle olmalıdır. Bununla birlikte bizim bilhassa vatan olarak bellediğimiz, koruyup kollamamız gereken bir toprağı vardır: Şuşa, Laçın, Akdam, Fuzuli, Zengilan vesaire. Bu, çok önemlidir.

Ben bölge kaymakamlarına söyledim, bugün de söylüyorum. Hiç kuşkusuz, bu bölgelerden – ki biz bugün özellikle Şuşa ve Laçin bölgelerini konuştuk – göç ederek Azerbaycan`ın çeşitli yerlerine yerleşmiş insanların hepsi ile ilgilenmek, yardım etmek gerekir. Bir kararın alınması, çeşitli kaynakların tahsis edilmesi konusunda ben mümkün olan herşeyi yapıyorum. Ben İzzet Rüstemov`u, mültecilerin sorunları, insani yardımların alınması, nakli, toplanması konularıyla ilgilenmesi için Başbakan Yardımcısı olarak atadım. Evet, ben bu konular için özel bir birim tayin ettim. Onun da oğlu şehit düşmüş. Şehit babası İzzet Rüstemov`u bu göreve tayin ettim, çünkü kendisi diğerlerine kıyasla sizin derdinizden daha iyi anlar. Yani biz kendi payımıza düşeni yapıyoruz, ancak sizin de payınıza düşen çalışmaları yapmanız gerekir.

Ben, yurtdışından gönderilen insani yardımların bazı mültecilere ulaşmadığına dair pekçok sinyaller alıyorum. Bazı yerlerde bunları suiistimal ediyorlar, hırsızlık ediyorlar, çalıyorlar, savsak davranıyorlar. Ben İzzet Rüstemov`a da, Cumhurbaşkanlığı İdaresi`ne de bu konularla daha ciddi bir şekilde ilgilenmeleri, kontrol etmeleri konusunda talimat verdim. Ancak bu işleri kendiniz iyi organize ederseniz, vallahi, hiçbir başka kontrole gerek kalmaz.

Ben bugün bir daha söylüyorum, - Şuşa, Laçın rayonlarından, işgal altındaki diğer bölgelerden olan vatandaşlarımıza barındıkları yerlerde özel ihtimam ve alaka gösterilmelidir. Bakü Valisi de burada hazır bulunuyor. Sizin bu dertlerinizi bizzat dinlemesi için ben kendisini buraya davet ettim. Sanırım, başka bölgelerin valileri de benim bu konuşmamı radyo ve televizyondan dinliyorlar. Cumhurbaşkanlığı İdaresi Başkanı`na benim bu direktiflerimi kendilerine iletmesi için talimat veriyorum.

Şimdi burada bir konuyu aktardılar, bir mülteciyi evinden çıkarmışlar. Behmenov, bu kişinin artık yeni bir yere yerleştirildiğini söyledi. Bu, başka bir konudur. Fakat o kişiyi neden evinden çıkarmışlar?! Anlattığına göre, güya o daireyi başka birisine satmışlar. Bunun araştırılması ve bana rapor edilmesi gerekir. Bu tür durumlar yaşanmamalı. Sanırım, bu konuların ele alınması ve görüş alışverişinin yapılmasına bugün bunca zaman ayırmamız gayet doğaldır, amaca uygundur, zira tüm bu sorunların çözümü açısından Şuşa, Laçın kentlerini sorunu ortak bir noktayı oluşturuyor. Bu nedenle hem bu konuların enine boyuna bilinmesi ve düşünce birliğinin sağlanması bakımından böyle bir görüşme çok önemlidir. Ben bu görüşmeden çok memnun kaldım. Hepinize, özellikle burada konuşma yapan kişilere verdiğiniz bilgilerden dolayı teşekkür ediyorum. Şahsımla ilgili söylemiş olduğunuz hoş kelimeler için teşekkür ederim. Ben bundan sonra da bu söylediklerinize layık olmaya çalışacağım.

Laçın Kaymakamı Murathan Cabbarov bugün 70 yaşını dolduruyor. Bu vesileyle kendisini tebrik ediyorum. Sanırım, uzun yıllar boyunca Laçın Rayonu`nda faaliyetlerde bulunduğu için Murathan Cabbarov yüksek ödülü hak ediyor. Murathan Cabbarov`a «Azerbaycan Bayrağı» nişanı verilmesi için ben bugün bir kararname imzaladım.

Demin kaydettiğim üzere, şahsımla ilgili söylediğiniz hoş kelimelere bundan sonra da layık olmaya çalışacağım. Bu, benim hayatımın anlamıdır. Ben tüm hayatımı halka hizmet etmeye adadım, bundan sonra da bu şekilde devam edeceğim. Başka bir amacım yok. Vatana, milletime, halkıma sevgi, bağımsız Azerbaycan devletine, Azerbaycan Cumhuriyeti`ne sonsuz sevgi benim hayatımın anlamıdır. Buna tam emin olabilirsiniz. Tüm bu sorunların, özellikle Laçın, Şuşa sorununun çözüme kavuşması için ileride de elimden gelen herşeyi yapacağıma emin olabilirsiniz. Teşekkür ederim.