Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev`in Ulusal Parlamento`nun 23 ‎Şubat tarihli oturumunda yaptığı konuşma - ‎23 Şubat 2001

Sayın Ulusal Parlamento!‎

Sayın Milletvekilleri, Bayanlar ve Baylar!‎

Ben sizi, Azerbaycan`ın Ulusal Parlamento`sunu, yeni seçilmiş Ulusal Parlamento`yu içtenlikle ‎selamlıyorum ve önümüzdeki beş yıl içinde yapacağınız çalışmalarda size başarılar diliyorum!‎

Bu Ulusal Parlamento Azerbaycan`ın bağımsızlığını kazanmasından sonra ikinci kez seçilen Ulusal ‎Parlamento`dur. 1995 yılında seçilmiş Ulusal Parlamento Azerbaycan`ın bağımsızlığının ‎pekiştirilmesi için, demokratik, laik hukuk devletinin kurulması sürecinin gelişmesi için, sosyo-‎ekonomik, siyasal, hukuksal reformlarının uygulanması için çok iş yapmıştır ve yapılan ‎çalışmaların başlıca unsuru ise kabul edilmiş olan yasalardır. Tüm cesaretimle diyebilirim ki, ‎geçen beş yıl içinde Azerbaycan`ın Ulusal Parlamentosu çok verimli bir çalışma yapmış, çok ‎büyük önem arz eden ve çok kapsamlı bir yapıya sahip yasalar kabul etmiştir. Bu yasalar ‎Azerbaycan`da bağımsız devletin gelişmesi, ekonomik reformların uygulanması açısından, ‎hukukun üstünlüğünün sağlanması, hukuk devletinin kurulması açısından çok önemli olmuştur. ‎Aynı zamanda Ulusal Parlamento Azerbaycan devletinin dış politikasının uygulanmasında da ‎parlamentolar arası ilişkilerin aracılığıyla, başka yöntemlerle bizim ortak çalışmamıza kendi ‎katkısını yapmıştır. Bu yüzden de biz bağımsızlık kazandıktan sonra Azerbaycan`ın ilk ‎Anayasasının temelinde seçilen Ulusal Parlamento`nun, önceki Ulusal Parlamento`nun ‎faaliyetini bugün memnunluk duygusuyla, layık olduğu üzere değerlendirmeliyiz.‎

İkinci kez seçilen Ulusal Parlamento, düşünüyorum ki, kendi yapısı itibariyle, düzeyi itibariyle ‎daha üstün niteliklidir. Tam eminim, çalışmalarına yeni başlayan Ulusal Parlamento önceki ‎döneme oranla daha verimli çalışacak ve kazanılan birikimi etkin bir şekilde değerlendirecektir. ‎Böylece, o, yüksek yasama organı olarak Azerbaycan`da bağımsızlığın daha da pekiştirilmesi ‎için ve bağımsız devletin önünde duran hedeflerin yaşama geçirilmesi için kendi üzerine düşen ‎görevleri yerine getirecektir. Ben sizinle ilk kez bir araya gelerek Ulusal Parlamento`ya ‎milletvekili seçilmeniz vesilesiyle sizi kutluyorum ve yeni Ulusal Parlamento`ya bir kez daha başarılar ‎diliyorum.‎

Bugünkü oturumda ele alınacak konu tam bir tartışma niteliği taşımamaktdır. Bu konu benim ‎girişimim üzerine görüşülmek üzere Ulusal Parlamento`nun müzakeresine sunuluyor. ‎Soruyorlar: Neden bu konu şimdiye kadar Ulusal Parlamento`da görüşülmüyordu da şimdi ‎görüşülüyor. İşte anlatıyorum.‎

Birincisi, şu nedenden dolayı, son yıllarda Ulusal Parlamento`da, özellikle muhalefet cephesinde ‎Azerbaycan`ın yaşamının, bağımsız devletimizin en zorlu, en acılı ve bizim gelişmemize engel ‎olan en büyük sorununun - Ermenistan - Azerbaycan anlaşmazlığının çözümü, Azerbaycan`ın ‎işgal edilmiş topraklarının kurtarılması ve yerinden, yurdundan zorla göç ettirilmiş insanların ‎kendi topraklarına geri dönmesi konusu Ulusal Parlamento`da görüşülsün diye defalarca kez ‎öneriler ileri sürülmüş, istekler dile getirilmiştir. Kimileri hatta Ulusal Parlamento`da bunun için ‎bir komisyon oluşturulması ve komisyonun ilgilenmesi yönünde önerilerde bulunmuşlar. FakatAzerbaycan`ın cumhurbaşkanı olarak ben bu önerileri pek makul bulmadım. Onun için de ben ‎geçtiğimiz yıllarda kendi üzerime düşen görevleri, tabii ki, yalnız başına değil, tüm iktidar ‎makamları ile beraber, ilgili yürütme organları ile ve Ulusal Parlamento yöneticileri ile beraber ‎çözmeye çalıştım.‎

Dışişleri Bakanı Vilayet Kuliyev şu dönemin temel konuları hakkında bilgi verdi. Sizin bu ‎sorunun müzakeresine katılmanız için, yahut daha net söylersek, bugünkü durum hakkında doğru ‎değerlendirme yapmanız için ve sizin, yalnızca sizin değil, bütün Azerbaycan kamuoyunun, ‎Azerbaycan`ın bütün siyasal güçlerinin, aynı zamanda tüm muhalefet güçlerinin çabalarını bir ‎araya getirmesi için bugün bu konu Ulusal Parlamento`nun gündemine getirilmiştir. Sadece ‎Ulusal Parlamento değil, biz şöyle bir karar aldık, Azerbaycan kamuoyu, vatandaşları bu konuyu ‎iyice anlasınlar diye tüm oturum şimdi baştan sona kaydedilecek ve televizyonda ‎yayımlanacaktır. ‎

Amacım şudur ki, şimdiye kadar sorunun çözümlenmesi için ne gibi çalışmalar yapılmıştır, ne ‎gibi sonuçlar sağlanmıştır ve en esası ne yapmak gerek, işte bunları siz de bilin ve Azerbaycan ‎kamuoyu da bilsin. Bu ihtilafın tarihi eskilere dayanıyor. 1988 yılında Ermeniler, yani ‎Ermenistan ve Dağlık Karabağ`da bulunan Ermeniler ilk defa Dağlık Karabağ`ın ‎Azerbaycan`dan koparılması ve Ermenistan`a bağlanması için çok ciddi, sert eylemlere giriştiler ‎ve bu eylemlerini hemen hemen başarıyla gerçekleştirdiler.‎

"Miatsum" kelimesi şimdi unutulmuştur. Bir Ermeni kelimesidir. Fakat o dönemde ‎Ermenistan`da oturan her Ermeninin, Dağlık Karabağ`da ikamet eden her Ermeninin, yahut ‎dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan her Ermeninin dilinde günde birkaç defa tekrarlanan bir ‎kelimedir.‎

Ben uzun bir süredir bu konularda bilgi edindiğim için ve bizzat Azerbaycan`ın yönetimini ‎üstlendiğim dönemde Dağlık Karabağ Otonom İli`nin sorunları ile yakından ilgilendiğim için, ‎genel olarak bu sorunun tarihçesini de iyi biliyorum ve zorluklarını da biliyorum. Ermenilerin ‎bu toprak istekleri yeni birşey değil. Biliyorsunuz, önceleri Azerbaycan da, Ermenistan da, genel ‎olarak tüm Kafkasya da Rusya`nın sınırları içinde bulunduğu sırada hiçbir cumhuriyet yoktu ve ‎cumhuriyetler arasında hiçbir sınır yoktu.‎

Çarlık Rusyası 1804-1813 yılları ve 1826-1828 yılları arasındaki savaşlardan sonra Kuzey ‎Azerbaycan`da egemen olduğu dönemden itibaren egemenliğini her geçen yıl giderek ‎güçlendirmiş ve nihayet, kendi yönetim düzenini uygulamıştır. Yani uzun yıllar Romanovlar ‎sülalesi tarafından uygulanan yönetim düzenini uygulamıştır ve artık o dönemde Rusya`nın bu ‎bölümü de vilayetlere, ilçelere ayrılmıştır. Vilayetleri, ilçeleri, tüm iktidar makamlarını da Çarlık ‎hükümetinin temsilcileri yönetiyorlardı. Yani sınırlar yoktu. Herhangi bir bölgede oturan birisi ‎orada da yaşamını sürdürmüştür.‎

Fakat bunun yanı sıra bizim kendi tarihimiz de bulunmaktadır. Azerbaycan`ın hangi bölgeyi ‎kapladığını biliyoruz. Bunu iyi biliyoruz. Hepimiz biliyoruz ve tüm bunları, tarihimizi ‎hatırlayarak iç acısıyla söylüyoruz ki, Azerbaycan şimdikinden bir hayli büyük, ‎geniş olmuştur. Fakat tarihin belirli aşamalarında bu bölgenin bir bölümü Ermenilerin eline ‎geçmiştir- bir kere, iki kere, üç kere.‎

‎1918 yılında Azerbaycan`da ilk defa demokratik cumhuriyet kurulmuştur. İşte demokratik ‎cumhuriyet kurulduğu esnada da Dağlık Karabağ ilinde savaş yapılıyordu. Daha sonra ‎demokratik cumhuriyet çok geçmeden çöktü ve Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ‎kuruldu. 1922 yılında SSCB kuruldu. Azerbaycan da SSCB`nin kurucularından biriydi. O sırada ‎sınırlar belirleniyordu. Bugün eski dönemleri anarak biz tam gerçeğe dayanarak söyleyebiliriz ki, ‎Azerbaycan o yıllarda da saldırıya uğramıştır. Azerbaycan topraklarının bir bölümü ‎Ermenistan`a verilmiş, sınırlar düzgün bir biçimde belirlenmemiştir. 1923 yılında Dağlık ‎Karabağ Otonom İli kurulmuştur. Onun da tarihçesi bilinmektedir. Ermeniler zannediyorlar ki, o ‎dönemde burada Ermenilere karşı haksızlık yapılmıştır. Fakat biz ise düşündük ve bugün de ‎düşünüyoruz ki, Azerbaycan`a yönelik tecavüz olmuştur. Zira sırf nüfusunun bir bölümü Ermeni ‎ulusu olduğu için Dağlık Karabağ`da otonom ilin kurulması Azerbaycan`ın sınırları içinde ‎herhangi bir bölgeye otonomi verilmesi ve otonomi ilkelerinin temelinde ona hakların tanınması ‎demekti.‎

Bunun ardından Ermenistan ve söyleyebilirim ki, en çok Ermenistan`ın milliyetçi çevreleri, ‎aydınları, hepsi değil de aşırı milliyetçi aydınları, Taşnak Partisi - ki bildiğiniz üzere önceki ‎yüzyılın sonunda ortaya çıkmıştır, farklı ülkelerde faaliyette bulunmuş ve bugün de ‎bulunmaktadır,- bütün bu güçler SSCB devletinin var olduğu bir dönemde kimi zaman Dağlık ‎Karabağ`ın Azerbaycan`dan kopartılarak Ermensitan`a verilmesi konusunu ortaya atmışlar.‎

Ben bu çalışmaları faaliyetim nedeniyle iyi biliyorum, dedim. Bu konuyu 50`li, 60`lı yıllarda ‎ortaya atmışlar. Ben o dönemlerde görevde bulunduğum alan gereği bunları iyi biliyorum. ‎Nitekim, 1969 yılından Azerbaycan`ın başkanlığını yapmış biriyim. O dönemde de bu konular ‎gündeme getirilmişti. 1977 yılında SSCB Anayasası kabul edildiği esnada Anayasayı hazırlamak ‎için komisyon oluşturuldu. Komisyonun başkanlığını o dönemin Komunist Partisi Genel ‎Sekreteri Brejnev yapıyordu ve cumhuriyetlerin temsilcilerinin yanı sıra ben de bu komisyonun ‎üyesi oldum.‎

Komisyon tasarıyı hazırladığı dönemde, yaklaşık bir sene içinde Dağlık Karabağ`ın kopartılarak ‎Ermenistan`a verilmesi gerektiği yönünde pek çok öneriler aldı. Hatta sorunun komisyonda ‎görüşülmesi için bir-iki defa girişimler oldu.‎

Beni doğru anlayın, ben olanları söylüyorum. O zaman ben bunların önüne geçtim. Ama önüne ‎geçmek de zor oldu. Fakat önledim. İradem sayesinde ve Azerbaycan halkının ulusal çıkarlarını ‎canımla, kanımla savunarak önledim. Ancak bununla birlikte, Dağlık Karabağ`da durumu hep ‎gerginliğe sürüklemişler. Bu yüzden de ben Azerbaycan`ın yönetimini üstlendiğim sırada,- bunu açıkça ‎itiraf etmek gerek,- biz Dağlık Karabağ`a ekonomik yönden daha uygun koşullar sağlıyorduk, ‎onların ekonomisinin gelişmesine öncelik veriyorduk. Çünkü sürekli olarak bir konu öne ‎çıkıyordu, güya Dağlık Karabağ`a Azerbaycan`da baskı yapıyorlar ve Ermeniler Dağlık ‎Karabağ`da gelişemiyorlar. Azerbaycan`ın toprak bütünlüğünü korumak, tüm bölgelerini ‎korumak için biz o dönemlerde, tekrar altını çiziyorum, Dağlık Karabağ`a daha fazla özen ‎gösteriyorduk. Doğru, sonra bazı amatör kişiler bunu neden yapıyordum diye beni suçluyorlardı. ‎Ben bugün de söylüyorum, yapıyordum. Şu nedenden dolayı yapıyordum, birincisi, Dağlık ‎Karabağ`da Azerilerin de iskan edilmesi gerekiyordu, ikincisi, Dağlık Karabağ`da Ermenilere ‎bu konuları gündeme getirmelerine fırsat vermeyecektik.‎

Sonra konu tersine döndü. Bu anlaşmazlık başladıktan sonra basında, SSCB basınında beni yine ‎de suçladılar ki, Azerbaycan`ın başında bulunduğum sırada güya Ermenilere baskı yapmışım, ‎orada bulunan demografik yapıyı değiştirmişim, Ermenilerin orayı terk etmeleri için bir takım ‎önlemler almışım ve Ermeni nüfusu Dağlık Karabağ`da giderek azalmıştır. Bunu Ermeniler ‎söylüyorlardı ve hatta o dönemlerde bu konular SSCB Yüksek Sovyeti`nin oturumunda ‎görüşüldüğünde onların temsilcileri, hatta Ermenistan Bilimler Akademisi Başkanı ‎Abarsumyan,- ki biz bir zamanlar onu Azerbaycan Bilimler Akademisi`nin onursal üyeliğine ‎seçmiştik, bunun yanı sıra dostluk ilişkilerini pekiştirmek için Gürcistan Bilimler Akademisi`nin ‎üyesi seçilmişti,- benim ismimden söz etmişti. Şu kelimeler şimdiye kadar aklımda, Haydar ‎Aliyev sürekli olarak Dağlık Karabağ`ı, Azerbaycan`ı Ermenilerden arındırmaya çalışmıştır. ‎Ben buna şaşırmadım, fakat şuna şaşırdım ki, o sırada Azerbaycan`da birçok kimseler yine ‎Aliyev`i suçluyor ve aynı sözleri onaylıyorlardı: evet, Haydar Aliyev Dağlık Karabağ`a karşı ‎kötü bir tutum sergiliyor. Bu nedenle şimdi Ermeniler Dağlık Karabağ`ı Ermenistan`a bağlamak ‎istiyorlar.‎

Benim bunları size anlatmakta amacım sizin bunun yeni bir sorun olmadığını bilmenizdir. ‎Ermenistan tarafı bunun üzerinde çalışıyordu. Şu gerçeği de gözden kaçırmamak lazım, ben ‎Moskova`da tüm işlerden uzaklaştırıldıktan 25 gün sonra bu süreç daha yoğun bir şekilde ‎ilerlemeye başladı. Bunun üzerine bir ay sonra Dağlık Karabağ`da bulunan Ermenilerin hepsi ‎ayaklandılar ve Dağlık Karabağ`ın Ermenistan`a bağlanması yönünde karar aldılar. Daha sonra ‎bu trajediler başladı, bunun sonucu da işte ortada.‎

Ben düşünüyorum ki, bugün biz buraya, suçluyu aramak, kim suçlu, kim suçsuz, topraklar neden ‎işgal edilmiştir - bunları konuşmak için toplanmadık. Bu konuları bir tarafa bırakın diye bir ‎ricada bulunmak isterim. Sadece bir konuda görüşümü aktarmak isterim.‎

Neden böyle oldu? Azerbaycan halkı Ermenilerden daha güçsüzdür diye değil. Hayır. Bizim ‎yüzlerce yıllık geçmişe dayanan tarihimiz Azerbaycan halkının neler yapabileceğini gösteriyor. ‎Birincisi, şu nedenle, Ermeniler, Ermenistan bu konuda uzun süre hazırlıklar yapmıştır. Ama ‎Azerbaycan`da bu konu unutulmuştu. İşte o yıllar unutulmuştu. İkincisi, bu anlaşmazlık çıktığı ‎dönemde, yani Ermenistan`ın toprak talepleri ortaya çıktıktan sonra Ermeniler hepsi - hem ‎Ermenistan`da, hem de dünyanın dört bir yanında yaşayan Ermeniler tüm iç çekişmeleri, ‎ilişkileri unuttular, hepsi bir birlik içinde örgütlendiler. Hepsi "miatsum" düşüncesi çevresinde ‎toplandı. Ve güçlerini bir araya getirip bizim bugünlere gelmemize neden oldular. Onlardan ‎farklı olarak, Azerbaycan`da bu olay başladığı sırada halkımız birleşemedi, halkın başında ‎bulunan kişiler sebatsızlık gösterdiler ve artık bir-iki yıl sonra Dağlık Karabağ konusu unutuldu, ‎Azerbaycan`da iç çekişmeler, uyuşmazlıklar, iktidar mücadelesi başlandı. Nitekim böyle bir ‎ortamda Ermeniler kolaylıkla Azerbaycan topraklarını işgal ettiler.‎

Tekrar söylüyorum ve rica ediyorum, bugün şu oturumda biz bu konulara değinmeyelim. Bu ‎daha sonraki iştir - eğer gerekirse tabi. Benim bugün buraya gelmemin nedeni ve Meclis`e ‎hitabımın, şu girişimimin amacı şu ki, hem Ulusal Parlamento, hem kamuoyu, hem halk oluşan ‎durumu bilsin. Fakat sadece bilmekle kalmasınlar. Haydi gelin hepimiz beraber bulunduğumuz ‎şu acılı durumu düşünelim. Sadece düşünmeyelim, hem de işbirliği yapalım, biz bu durumdan ‎nasıl kurtulabiliriz. Lütfen burada konuşma yapan kişiler ne tarihe değinsinler, ne bir kimseyi ‎suçlasınlar, suçlu veya suçsuz olup olmadıklarını anlatsınlar. Bugün tüm bunlara gerek yok. ‎Bunların hiçbirisine gerek yok. Önümüzde duran görevi nasıl yerine getireceğiz, bugün bize işte ‎bu gerekiyor.‎

Biz şimdiye kadar ne yapmışız? Bunları dışişleri bakanı anlattı. Ben de birkaç kelime ‎söyleyeceğim. Fakat şimdiki durumda ne yapmalıyız? Zira Azerbaycan topraklarının yüzde 20`si ‎işgal edilmiştir- önce Dağlık Karabağ, ardından Dağlık Karabağ`ın çevresinde bulunan yedi ‎rayon(red-idari bölge). İşgal altındaki topraklardan - ki Ermenistan`dan sınırdışı edilenleri de ‎hesaba katarsak, - bizim bir milyon mültecimiz bulunmaktadır. Özellikle işgal edilmiş ‎topraklardan kovulmuş olan kişiler bir-iki sene değil, yedi-sekiz senedir çadırlarda zor koşullar ‎altında yaşamlarını sürdürüyorlar.‎

‎1994 yılında biz savaşı durdurduk. Kimileri bu konuda farklı düşünceler söylüyorlar. Ben bugün ‎birkez daha söylüyorum ki, 1994 yılı Mayıs ayında ateşin durdurulması çok önemli bir ‎çalışmaydı ve biz tam bilinçli olarak bunu yaptık. Sorunun çözümlenmemiş olmasına rağmen ‎geçen dönem de şunu gösteriyor ki, bu önlemin alınması gerekti. Ne yazık ki, şimdi çoğu ‎kimseler savaşı unutmuşlar, sakin yaşam sürüyorlar. Ve maalesef, savaş sırasında nasıldı işte ‎bunu unutmuşlar. İnsanlar rahat yaşıyorlar, ekonomimiz gelişiyor, yabancı yatırımlar geliyor, ‎devlet yapılanması süreci uygulanıyor, bağımsızlığımız güçleniyor, Azerbaycan cesur bir dış ‎politika izliyor. Bunların hepsini savaş ortamında yaşama geçirmek mümkün değildi.‎

Biz savaşı durdurduğumuzda ateşkes döneminde sorunun barış yoluyla çözümünü ‎sağlayacağımızı umuyorduk. Fakat belki birçok kimseler bilmiyordur. Biz o günlerde bir ‎tehlikeyi atlattık. O dönermlerde bu konuda esas olarak Rusya aracılık yapıyordu. Gerçi Minsk ‎Grubu da vardı. Fakat Rusya insiyatifi ele almıştı. Savaşın durdurulmasına ilişkin sözleşme ‎imzalandı ve Rusya Savunma Bakanı hemen şu istekte bulundu, Ermenistan`ın ve Azerbaycan`ın ‎savunma bakanları Moskova`ya gelsinler, bundan sonra toprakları nasıl kurtaracağız, bunu ‎görüşelim. Buna inandık. Savunma bakanımzı oraya yolladık. O zaman Mamedov soyadlı bir ‎savunma bakanımız vardı. Maalesef o dönemlerde savunma bakanlarından birkaçı aşağılık ‎insanlardı. Fakat ertesi gün neler oldu? O zaman Minsk Grubu eşbaşkanı yoktu, başkanı vardı. ‎İsveçli Jan Eliasson başkandı. O, Ermenistan`ı ziyaret etmişti, sonra buraya gelmişti. O da ‎ateşkesin sağlanması için temaslarda bulunuyordu. Ben onunla bir görüşme yapıyordum. Aniden ‎bana, Moskova televizyonunda şöyle bir haberin yayımlandığını söylediler, Graçov büyük bir ‎toplantı yapıyor ve Azerbaycan`da neler yapmak lazım diye önlemler alıyor. Ben hemen ‎endişeye kapıldım. Moskova`da bulunan savunma bakanımızı aradım. Ne ortaya çıktı? Şu ortaya ‎çıktı, buradan Rasul Kuliyev`in rızasıyla, bizim Moskova büyükelçisinn katılımıyla orada ‎ateşkesin sağlanması için Rusya`nın kendi ayrık birliklerini bölgeye yollaması ile ilgili bir ‎görüşme yapılıyor. Hasan Hasanov şu an burada mı?‎

Hasan Hasanov(eski dışişleri bakanı): Evet, Sayın Cumhurbaşkanı.‎

Haydar Aliyev: Hatırlıyor musun?‎

Hasan Hasanov: Evet çok iyi hatırlıyorum.‎

Haydar Aliyev: Gece sabahlara kadar kaç saat aradık.‎

Hasan Hasanov: Onu ancak sabah saat 7`de bulduk.‎

Haydar Aliyev: Ben onu saat 7`de acele uçağa binmesi, buraya gelmesi için uyardım. ‎Hatırlıyor musun?‎

Hasan Hasanov: O bir süre saklandı. Hatta iki saat onu bulamadık, geç geldi.‎

Haydar Aliyev: Evet. Saklandı, bize ihanet etti. Bununla da bitmedi.‎

Üç gün sonra Rusya Savunma Bakanlığı generallerinden oluşan kalabalık bir heyet tasarılarla ‎birlikte Azerbaycan`a geldiler, Ermenistan birliklerinin buradan çekilmeleri için neyi nerede ‎konuşlandıracağız ve size yardım edeceğiz diye. Ben onları dinledim, insiyatifiniz için teşekkür ‎ederim dedim. Fakat bizim buna ihtiyacımız yok. Çok çaba gösterdiler, belki biz gidelim, daha ‎sonra siz yine düşünün. Hayır dedim. Lütfen, siz kendi ülkenize geri dönün. O sırada biz işte ‎böyle bir tehlikeyi atlattık.‎

Fakat bir olumlu hususu da kaydetmek gerek, biz hiçbir ayırıcı güç olmaksızın 6 seneyi aşkın bir ‎süredir, Ermenistan`la Azerbaycan arasında ateşkesi sürdürebilmişiz. Bu sadece bizim ‎hizmetimiz değil, muhtemelen, Ermenistan tarafının da bu konuda, ateşkesin sürdürülmesi ile ‎ilgili olumlu yaklaşımını itiraf etmeliyiz. Tekrar söylüyorum, sonraki görüşmeler bize istenen ‎sonucu vermemiştir. Fakat daha kapsamlı bir bilginiz olsun diye birkaç kelime barış görüşmeleri ‎süreci hakkında aktarmak istiyorum. ‎

‎1992 yılında AGİT Minsk Grubu oluşturulmuştur ve Birleşmiş Milletler bu sorunu AGİT`in ‎gözetimine vermiştir. AGİT ise Minsk Grubu ve Minsk Konferansı oluşturmuştur. Minsk ‎Grubu`na 12 ülke üyedir. Fakat Minsk Grubu`nun başkanları vardı. Örneğin ben 1993 yılında ‎burada göreve başladığımda İtalya, İtalya Dışişler Bakan Yardımcısı Rafaelli başkanlık ‎yapıyordu. Daha sonra - 1994 yılında İsveç, İsveç Dışişleri Bakanı Jan Eliasson başkanlık ‎yapıyordu. 1994 yılından sonra biz durumu değiştirdik. Fakat o esnada, buna pararlel olarak, ‎henüz savaş sürerken Rusya Dışişleri Bakanlığı`nın temsilcisi, şu ünlü şahıs Kazimirov bu ‎sorunun çözüme kavuşmasi için bu işte hayli uğraştı. Ayda bir defa bölgeye gelirdi. Bizim ‎temsilcilerimizi Moskova`ya davet ediyordu. O dönemlerde Tofik Zülfikarov dışişleri bakan ‎yardımcılığını yapıyordu ve bu konular üzerine bilirkişi olarak çalışıyordu. O gidip orada ‎görüşmelere katılıyordu. Dağlık Karabağ`dan ise şu bölgenin "dışişleri bakanı" Gukasyan`ı davet ‎ediyorlardı. Biz de buradan Dağlık Karabağ`da Azeri toplumunun başkanı Behmenov`u ‎yolluyorduk. Çalışma işte böyle paralel bir şekilde ilerliyordu. Fakat benim gözlemlediğim ‎dönemlerde Minsk Grubu`nun başkanlığını İtalya, daha sonra İsveç yapıyordu. Nihayet, 1994 ‎yılında AGİT`in Budapeşte Zirvesi`nde biz durumu değiştirdik. Yani biraz meşrulaştırdık.‎

Ben açıkça söyleyeyim, orada da Amerika Birleşik Devletleri ile Rusya arasında başka bir konu ‎üzerine görüşme yapıldı. Hasanov onu da biliyor. Belki bunu Azimov da biliyordur. O da orada ‎bulunuyordu. Tofik Zülfikarov da biliyor. Orada Christopher Rusya Dışişeri Bakanı ile görüşme ‎yaptı ve kendi sorunlarını çözmek için Rusya ve Finlanda`nın Minsk Grubu eşbaşkanlığını ‎yapmasını onayladılar. Bu süreç 1996 yılı Aralık ayına kadar sürdü.‎

‎1996 yılı Aralık ayında Lizbon Zirvesi`nde belli bir ilerleme görüldü. O döneme kadar hiçbir şey ‎yapmak mümkün olmadı. Fakat Aralık 1994`te Budapeşte`de biz birincisi, Minsk Grubu`nun ‎başkanlık konusunu netleştirdik, ikincisi de, orada ilk defa şöyle bir karar alındı: AGİT barış ‎güçleri oluşturulsun ve anlaşma sağlanırsa, buraya, bizim bölgede herhangi bir ülkenin değil de, ‎AGİT barış güçleri konuşlansın. Biz barış güçlerinin bu bölgede çıkar gütmeyen farklı ülkelerin ‎temsilcilerinden oluşacağını öngörüyorduk. Bu da çok önemli bir karardı. Biz bunu sağlamayı ‎başardık.‎

Lizbon Zirvesi`nde biz ciddi bir ilerleme sağlamayı başardık denilebilir. Yani neyi - bunu ‎biliyorsunuzdur. İlk kez şunlar yazılı olarak belirtildi: Azerbaycan`ın ve Ermenistan`ın toprak ‎bütünlüğü tanınsın. Dağlık Karabağ`a Azerbaycan`ın içinde en geniş kendini yönetim statüsü ‎tanınsın ve Dağlık Karabağ`ın nüfusunun - hem Ermeni, hem de Azeri nüfusunun güvenliği ‎güvence altına alınsın. ‎

Artık burada raporda da belirtildi. Ben size herşeyi açıkça söylemeliyim. Bu, bizim açımızdan ‎pek uygun değildi, ama biz birazcık da olsa gelişme kaydetmek istiyorduk. Bu nedenle de ‎biz bunu ileriye doğru büyük bir adım olarak değerlendirdik. Bu taslak önce Finlanda`da, daha ‎sonra Viyana`da hazırlanmıştı ve Lizbon`a götürülmüştü. Lizbon`da Ermenistan bu projeye ‎tamamen karşı çıktı. Biz orada ne kadar çalıştık- ki bunu defalarca anlattık. Ermenistan karşı ‎çıktı. Orada da şöyle bir kural söz konusu, oybirliği olması gerekiyor. Oybirliği sağlanamadı.‎

Ben bunu anlatmışımdır, biliyorsunuz. Mecbur kaldım, belki diplomasi tarihinde ender bir ‎durumdur, fakat ben böyle bir adım attım. Ben Lizbon Zirvesi`nin tüm kararına onay vermedim. ‎Böyle olunca, eğer bir ülke kararı onaylamıyor ise, Lizbon Zirvesi karar alamazdı. Bunu neden ‎yaptım? Şu nedenle, hiç olmazsa zirve toplantısına katılan devletleri Azerbaycan`a karşı her ‎hangi bir yaklaşım ortaya koysunlar diye zorlayayım. Daha sonra şu malum bildiri kabul edildi. ‎Ermenistan onu yine de onaylamadı, 53 devlet ise onay verdi.‎

Sonraki dönem neler yaşandı? Lizbon Zirvesi`nin ardından biz Minsk Grubu eşbaşkanlarının ‎daha da etkinlik kazanmaları gerektiğini düşündük. Finlanda eşbaşkanlıktan ayrıldı, Rusya ‎kaldı, Amerika Birleşik Devletleri kendi hizmetini önerdi ve biz de bunu istedik. Biz Amerika ‎Birleşik Devletleri`ni önerdik. Hem Ermenistan hem Rusya bunu tasvip etmedi. Onlar Fransa`yı ‎onayladılar. Biz ise onların önerisini kabul etmedik. Nihayet, devletler kendi aralarında bir ‎uzlaşmaya varamadıkları için eşbaşkanlar iki değil, üç oldu. Rusya, Amerika Birleşik Devletleri ‎ve Fransa. Sizin şunu bilmeniz gerekiyor ki, bu döneme kadar Minsk Grubu tarafından bize ‎herhangi bir somut yazılı öneri sunulmamıştır.‎

Tekrar söylüyorum, öte yandan Rusya temsilcisi Kazimirov çok etkin bir şekilde çalışmalarda ‎bulunuyordu. İki-üç aydan bir bizim temsilciler Ermenistan temsilcileri ile, hatta Dağlık ‎Karabağ`ın temsilcileri ile Moskova`da, yahut başka bir bölgede bir araya geliyorlardı. Hiçbir ‎sonuç alınamıyordu. Üç büyük devlet Minsk Grubu`nun eşbaşkanlığını yapıyordu ve biz ‎onlardan somut öneriler sunmaları yönünde istekte bulunduk.‎

Vilayet Kuliyev bu önerileri anlattı. Birinci öneri, "paket çözüm" önerisi 1997 yılı Haziran ‎ayında sunuldu. Şimdi dersiniz ya da birisi der ki, siz onu neden kabul ettiniz? Biz onu şu ‎nedenden dolayı kabul ettik, bir görelim bakalım, ilerleme sağlayabiliyor muyuz, bilmiyor ‎muyuz. Hatta hatırlıyorum, ben 1 Ağustos`ta Washington`da, Beyaz Saray`da Clinton`la ‎görüşmemiz sırasında o, buna çok yüksek değer verdi. Hatta benden, siz de kendi konuşmanızda ‎‎- ki o da konuşma yaptı, nutuk söyledi, ben de,- bunu kabul ettiğinizi söyleyin diye ricada ‎bulundu. Söyledim. Ermenistan bunu onaylamadı.‎

Daha sonra ikinci öneriyi, "aşamalı çözüm" önerisini sundular. Ve yine biz onu kabul ettik. O ‎bizim açımızdan uygundu diye değil. Doğru, o öncekine oranla biraz daha uygundu. Bu konuyu ‎Vilayet Kuliyev anlattı. Ama biz küçük bir olumlu gelişme sağlansın istedik. Ermenistan bunu ‎kabul etmedi. Sonraki süreçlerden Vilayet Kuliyev bahsetti.‎

Nihayet, Ermensitan`da Ter-Petrosyan ikinci öneriyi kabul etti. Biz Strasbourg`da bunun temelinde ‎çalışmaları yürütelim diye ortak bir bildiri yayımladık. Ermenistan`da Ter-‎Petrosyan`a karşı muhalefet ortaya çıktı. Böylece, Şubat 1998`de Ter-Petrosyan istifa etti ve ‎bunun üzerine kısa bir süre sonra Koçaryan cumhurbaşkanı seçildi. 1998 yılında hiç birşey ‎olmadı. Minsk Grubu hiç birşey sunmuyordu. Peki neden sunmuyorsunuz? Diyorlar ki, biz ‎bekliyoruz, Ermenistan`da yok yeni cumhurbaşkanı seçiliyor, yok hükümet kuruluyor, falan ‎oluyor, filan oluyor. Bekledik, bekledik, nihayet, 1998 yılının sonunda bize gelip "ortak devlet" ‎önerisini sundular. Azerbaycan`da şöyle bir deyim vardır, bu siyahın en siyahıdır. Önceki ‎önerilerle karşılaştırdığımızda bu, Azerbaycan`ın çok çok zararınaydı.‎

Şu görüşmelere katılanlar hatırlayacaklar. Ben bunu duyar duymaz biz onu görüşmek istemiyoruz dedim. ‎Bana anlatmak için çok çalıştılar. Ben bunu görüşmek istemiyorum dedim. Siz bizi öyle bir ‎duruma düşürüyorsunuz ki, Azerbaycan`ın sınırları içinde iki devlet olacak - Azerbaycan ayrıca ‎bir de Dağlık Karabağ ve Azerbaycan`ın Dağlık Karabağ üzerinde hiçbir hakkı yoktur. Böylece ‎Azerbaycan`ın toprak bütünlüğü korunuyor diye göz boyuyorsunuz. Acaba siz bizi ne sanıyorsunuz ‎dedim, biz bunun ne olduğunu anlamayacak kadar aptal mıyız? Biz bunu kabul etmedik. Fakat ‎Ermenistan bunu kabul etti ve şimdiye kadar da Ermenistan nerede olursa olsun tüm ‎konuşmalarda söylüyor ki, eğer Azerbaycan 1998 yılının sonunda "ortak devlet" formülünü ‎kabul etseydi, şimdi artık barış sağlanmış olacaktı, anlaşmazlık bitmiş olacaktı. Tabii ki, onların ‎lehıne. İşte durum böyledir. ‎

Sizin bilmeniz gereken şu, bugün şu toplantıyı yaparak ben size söylüyorum ki, bu üç önerinin ‎üçü de geçmişte kaldı. Onlara artık geri dönüş yok. Düşünüyorum ki, son öneri Azerbaycan`a ‎karşı yapılan büyük bir sabotajdı ve biz bunu hepten geri çevirdik. Daha sonra Minsk Grubu ‎hiçbir öneri sunmamıştır.‎

Ben dün de, bugün de duydum, bu konular, öneriler basında çıktıktan sonra çeşitli konuşmalar ‎yapılmıştır. Hatta bizim ülkede bulunan çeşitli partilermiş, bilmem yok, örgütlermiş vesaire bir araya ‎gelerek yaygara çıkarıyorlar, Haydar Aliyev "ortak devlet" formülünü kabul etmek istiyormuş, ‎yok bilmem parlamentoda bunu kabul ettirmek istiyormuş, falan yapmak istiyormuş. Biliyor ‎musunuz, korkunç olanı işte bu, bizim halkımızın, ulusumuzun tek derdi işte bu. ‎

Hey bizim vatandaşlarımız, hiçbir dayanağı olmayan siyasal amaçlarla yaşayan insanlar, buraya ‎davet almışsınız. Gelin, dinleyin. Eğer Haydar Aliyev bu konuda Azerbaycan`ın çıkarlarını ‎savunmamış ise, kalkın, onun kafasını kırın.‎

Fakat uyduruyorlar, yaygara çıkarıyorlar. Dün akşam ANS televizyon kanalında şöyle bir haber ‎yayımlandı, 50 siyasal parti eylemler düzenleme kararı almıştır. Biliyor musunuz, ben ANS ‎televizyon kanalına şu tavsiyede bulunmak isterm, varlıklarını daha fazla adalet ilkelerine ‎dayanarak sürdürsünler, sansasiyona dayanarak değil. Aslında Azerbaycan`da 40 parti bile yok. ‎Kendilerini parti diye isimlendirenler parti değiller, ki onları bile hesaba katarsak, yine de ‎‎50 parti yapmıyordur. Tescil edilen partilerin hepsi bellidir ve onlar buraya davet edilmişler. ‎Fakat Murtuz Hoca bazılarının gelmediğini söyledi. Peki neden gelmediniz? Bir yandan ‎müzakere istiyorsunuz, herşeyden haberdar olmak için bizim düşüncelerimizi açıklamamızı ‎istiyorsunuz. Öte yandan hiçbir şey bilmeden, kendiniz yalan birşeyler uydurararak, gaf ‎yapıyorsunuz. Birisi diyor ki, eylem düzenlemek gerek, ötekisi diyor ki, halkı ayaklandırmak ‎gerek. Herkes bunu yapamaz, bunu böyle bilsinler. Azerbaycan`ın Anayasası var, yasaları var. O ‎zamanlar eskide kaldı. Azerbaycan devleti kudretli bir devlettir. Anayasa çerçevesinde, ‎görüşmeler, demokrasi, siyasal çoğulculuk, hukukun üstünlüğü çerçevesinde her birey faaliyette ‎bulunabilir. Fakat eğer bunların dışında faaliyette bulunmak isteyen birisi olursa, o cevabını ‎alacaktır.‎

Azerbaycan Cumhurbaşkanı olarak, ben beyan ediyorum ki, daha önceleri yaşanan durumlar ‎tekrar yaşanamaz. 1993 yılında burada iç savaşı çıkaran kişiler, Azerbaycan`ı bölenler, o ‎insanları destekleyenler, - ki ben şimdi buna daha ayrıntılı değinmek istemiyorum,- şimdi güya ‎Azerbaycan`ı mı düşünüyorlar ve bizden çok mu düşünüyorlar? Bu yüzden de ben birkez daha ‎beyan ediyorum ki, yayımlanan önerilerden hiçbiri kabul edilmemiştir ve kabul edilmeyecektir. ‎

Bugün sabah bana söylediler ki, Ermenistan`da bu konudan çok rahatsız olmuşlar, zira ‎Azerbaycan gizliliği ihlal etmiştir ve önerileri yayımlamıştır. Bu haberi dün de aktarmışlardı. ‎Onlar hatta Minsk Grubu`na da başvurmuşlar. Bana sabah söylediler, güya onlar da şu son ‎öneriyi -"ortak devlet" formülü ile ilgili öneriyi yayımlamışlar.‎

Birincisi, biz bunları gizli tutacağımız yönünde hiçmiseye bir vaadde bulunmadık. Evet ben ‎düşünüyordum ve bugün de düşünüyorum ki, görüşme sürecinin gizli tutulması gerekiyor. Bir ‎sonuç alındıktan sonra bilgi verilmelidir. Ben bunu size bugün de söylüyorum. Tüm kamuoyuna ‎da, halka da söylüyorum. Eğer biz bir sonuç sağlamış olursak, bir karara, bir görüş üzerinde ‎anlaşırsak, bunu değil Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev, hiçkimse saklayamaz. ‎

Tabi ki, bunu ilk önce Ulusal Parlamento ele almalıdır. Daha sonra tartışılmak üzere halka ‎sunulmalıdır. Eğer halk, Ulusal Parlamento bunu tasvip etmezse, Azerbaycan Cumhurbaşkanı ‎Haydar Aliyev sorunu yalnız başına mı çözecek? Birincisi, şunu bilin, bugün de, yarın da Haydar ‎Aliyev Azerbaycan halkının çıkarlarına aykırı olan herhangi birşeyi onaylamaz. İkicisi, eğer ‎olur da uzlaşmalar sonucunda, evet, işte bu yapılabilir diye bir düşünce ortaya çıkarsa, bu hiçbir ‎zaman gizli olarak yapılmayacaktır. Görüşmeler süreci gizli tutuluyor, gizli de tutulacaktır. Zira ‎bu görüşmeler sürecinin gidişatını biz piyasaya çıkarırsak, kamuoyuna aktarırsak, hiçbir şey ‎sağlanamaz. ‎

Fakat bugün benim amacım ne? Bugün amacım sizin her şeyi bilmenizi sağlamaktır. Kamuoyu, ‎halk bilsin ve ne yapmak lazım, bunu söylesin. Ben bunu neden söylüyorum? Zira Minsk Grubu ‎"ortak devlet" formülü ile ilgili öneriden sonra başka hiç bir öneri sunmamıştır.‎

Nisan 1999`da Washington`da, NATO`nun 50.yıldönümü ile ilgili törende Amerika Birleşik ‎Devletleri yönetimi, Başkan Clinton, Dışişleri Bakanı Bayan Albright, biz Koçaryan`la ‎buluşalım, konuşalım diye ricada bulundular. Buluştuk, konuştuk. Orada, bizim bir takım ‎konularda uzlaşmaya varabileceğimiz anlaşıldı. Onun için de bu görüşme süreci devam etti. Biz ‎‎1999 yılında birkaç defa bir araya geldik. Bu amaçla ben iki kere Cenevre`ye gittim, sonra ‎sınırda bir araya geldik. 1999 yılı Ekim ayında tutumlar arasında bir hayli yakınlaşma sağlamak ‎mümkün oldu denilebilir. Fakat 1999 yılında Ermenistan Parlamentosu`nda yaşanan terör ‎olayının ardından Ermenistan, küçücük bile olsa, sağlanmış olan bir takım uzlaşmalardan vaz ‎geçti.‎

Şimdi görüşmeler başladıktan sonra hem Minsk Grubu diyor, hem Minsk Grubu`nun ‎eşbaşkanları diyor, hem AGİT diyor, hem Avrupa Konseyi diyor, hem iki gün önce burada ‎bulunan Avrupa Birliği Başkanları diyor: sorunu her iki cumhurbaşkanı çözsün ve herhangi bir ‎çözüme varacak olurlarsa, biz onu tasvip edeceğiz. İki cumhurbaşkanının çözmesi ise çok zor. ‎Zira bir cumhurbaşkanının ülkesinin toprakları işgal edilmiştir, bir milyon göçmeni ‎bulunmaktadır. Öbür cumhurbaşkanının ülkesi büyük ekonomik sıkıntılar içindedir, fakat ordusu ‎Azerbaycan topraklarını işgal altında tutmaktadır.‎

Vilayet Kuliyev burada sizi bilgilendirdi. Fakat ben de birkaç rakam vermek istiyorum. Biliyor ‎musunuz, 1993 yılından şimdiye kadar ben 68 ülkenin cumhurbaşkanıyla, devlet başkanıyla 485 ‎görüşme yaptım. Ben ya resmi ziyaret için gittim, ya onlar Azerbaycan`ı ziyarette bulundular. ‎Görüşmelerin çoğu bizim uluslararası örgütlerde temaslarımız sırasında yapılmıştır. Bilin, tüm ‎bu görüşmelerde, hatta Brunei Sultanı ile de yaptığım görüşmede ben bu konuyu anlattım, bu ‎konuyu görüştüm. Azerbaycan`a yardım edilmesi, Azerbaycan`dan yana olmaları ricasında ‎bulundum. ‎

Bu görüşmelerin sayılarını ben biliyorum. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri Başkanı ile, ‎Dşişleri bakanı ile bu konuyu 18 kere görüştük. Fransa`nınki ile 16 kere, Rusya`nınki ile 28 kere, ‎Türkiye`nin tüm yöneticileri ile defalarca, 78 kere. Bunlarla fazla zamanınızı almak istemiyorum‎

Birleşmiş Milletler Yönetimi ile, eski Genel Sekreter Butros Gali ile, şimdiki dönem genel ‎sekreteri Kofi Annan ile ben bu konu üzerine on kez görüşmelerde bulundum. Hatırlıyor ‎musunuz, Butros Gali gelip burada bir konuşma yapmıştı. Ben Birleşmiş Milletler`in zirve ‎toplantılarında üç kez konuşma yaptım. Benim konuşmalarım yayımlanmıştır. Hepsinde Birleşmiş ‎Milletler`e, siz kabul ettiğiniz kararları uygulamıyorsunuz diye eleştirilerde bulundum. Onlar ne ‎yapıyorlar? Onlar diyorlar ki, biz kararları kabul ediyoruz, fakat uygulama mekanizmamız ‎yoktur. Ben onlara ne yapayım?‎

Ben NATO`nun üç zirve toplantısında -Washington`da, Madrid`de, başka bir yerde yaptığım ‎konuşmalarda bunu söyledim. NATO Genel Sekreterleri ile dört kere bir araya geldik. Bunu ‎hepsine aktardım. AGİT zirve toplantılarında,- ki bunu artık söyledim- Budapeşte`de, Lizbon`da ‎ve son defa İstanbul`da.‎

Basında görüyorum, güya İstanbul zirve toplantısında sorun çözülmüş, falan olmuş yazıyorlar. ‎Hepsi yalan boş şeylerdir. Peki bilmediğiniz şeyi neden yazıyorsunuz? Bilmediğiniz şeyi neden ‎uyduruyorsunuz? Orada hiçbir sorun çözülmedi. Orada Amerika Dışişleri Bakanı Albright, ‎Fransa, Rusya, Türkiye dışişleri bakanları, AGİT Başkanı, ki Norveç Başbakanı olsa gerek, ve iki ‎cumhurbaşkanı hep beraber sorunu ele aldık ve hiçbir uzlaşmaya varamadık.‎

Biz Bağımsız Devletler Topluluğu`na üyeyiz. Devlet başkanlarının bu konuyu gündemine ‎getirmediğim toplantısı kalmadı. Bizim dostlarımız, kardeşlerimiz, başka ülkeler Ermenistan`ın ‎saldırgan olduğunu telaffuz bile etmiyorlar. Bağımsız Devletler Topluluğu`nun bazı belgelerinde ‎"bölücülükle mücadele" kelimesi yer alır almaz Ermenistan buna karşı çıkıyor. Fakat ben ‎"bölücülükle mücadele" ifadesi yazılmalıdır diye ısrar ediyorum. Tüm devlet başkanları benden ‎şu ricada bulunuyorlar, sen kendi önerini geri çek. Keza bizim kardeşlerimiz, Orta Asya ülkeleri.‎

İslam Konferansı Örgütü`nün iki zirve toplantısı düzenlendi. Konuşma yaptım, anlattım. ‎Ekonomik İşbirliği Örgütü`nün - ECO`nun dört zirve toplantısı yapılmıştır. Türkçe konuşan ‎ülkelerin devlet başkanlarının beş zirve toplantısı düzenlendi. Pekçok görüşmeler yaptım. ‎

‎ Şunu da söylemek istiyorum ki, Türkiye - bize dost, kardeş ülke - Ermenistan`ı saldırgan olarak ‎görüyor ve bunu heryerde söylüyor. İslam Koferansı Örgütü, bizim Ermenistan`ın Azerbaycan`a ‎saldırması formülünü kararlarında yazabildiğimiz ve bu saldırıya itirazda bulunabildiğimiz tek ‎örgüttür. İran beyan ediyor ki, evet, Ermenistan Azerbaycan`a tecavüz etmiştir.‎

Fakat bunların dışında dünyanın hiçbir bir ülkesi Ermenistan`ın Azerbaycan`a saldırdığını diline ‎bile getirmiyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi`nde dört karar alınmıştır. Ben Vilayet ‎Kuliyev`den rica ettim, o kararları incelesin. Bugün sabah ben de inceledim. Dört kararın ‎dördünde işgal ordusu işgal altındaki Azerbaycan topraklarından çekilmelidir yazıyor. Fakat ‎"Ermenistan" kelimesi yok, yani "Ermenistan silahlı kuvvetleri" kelimesi yok. Fakat kararların ‎birinde, Ermenistan`dan Dağlık Karabağ`a baskı yapması istensin yazıyor. Gerçekte bu ‎Ermenistan-Azerbaycan savaşıdır. Gerçekte Ermenistan Azerbaycan`a saldırmıştır. Fakat hiçbir ‎uluslararası örgütün belgesinde, anlattıklarımın dışında, herhangi devletin bildirisinde hiçkimse ‎Ermenistan`ı saldırgan olarak görmüyor.‎

Biz Ermenistan-Azerbaycan, Dağlık ‎Karabağ anlaşmazlığı söylüyoruz,- keza bu formülü insanlara ben benimsetmişimdir. Fakat diğerleri ne diyor - Dağlık Karabağ anlaşmazlığı. Zira hepsi ‎düşünüyor ki, bu anlaşmazlık iki ülkenin arasında değil, Dağlık Karabağ`la Azerbaycan arasında ‎çıkmıştır. Ben defalarca kez söyledim, eğer böyle birşey söz konusu ise, Ermenistan bir kenara ‎çekilsin. Şu durumda biz Dağlık Karabağ`la ne gibi görüşmeler yapacağız, ne yapabiliriz, bu ‎bizim kendi işimiz. Biz bunu çok kısa bir sürede çözebiliriz. Fakat şimdi ha Dağlık Karabağ ‎olmuş, ha Ermenistan olmuş, bunlar bir ülkedir. Artık 11 senedir bunlar bir ülkedir. Fakat bu ‎gerçeği hiçkimse kabullenmek istemiyor.‎

Şimdi herkes benim Koçaryan`la görüşmem konusunda bana açıklamada bulunuyor. Yok ‎bilmem, siz güçlü bir öndersiniz, kararlısınız, yok bilmem ne, falan filan. Siz sorunu çözün ‎diyorsunuz. Soruyorum, nasıl çözeyim? Siz Ermenistan`a da söyleyin, bu konuda Ermenistan da ‎yapıcı bir tavır takınsın, biz de takınalım. Şu durumda çözeriz. Diyorlar ki, Ermenistan`a yazık ‎oluyor, Ermenistan fakirdir, yok bilmem, Ermenistan`ın ekonomisi kötüdür, şöyledir, böyledir.‎

Büyük ülkelerde, Amerikan Kongresi`nde, yahut da başka ülkelerin parlamentolarında ‎Ermenistan`a karşı olumlu bir tutum söz konusudur. Fakat Azerbaycan`a karşı hayır. Gerçi biz ‎saldırıya uğramış bir ülkeyiz, onlar ise saldırgandır. Buna işte Avrupa Konseyi`ne üye ‎olduğumuz sırada da tanık olduk. Doğrudur, burada da muhalefet, Azerbaycan yönetimini, nasıl ‎desek, tekrar suçlamak için uğraştı, yok bilmem bizde demokrasi yokmuş, falan yokmuş. Bu ‎nedenden dolayı bizi Avrupa Konseyi`ne almayın. ‎

Ben bunu açıkça söylemişimdir ve Strasbourg`da yaptığım konuşmamda da söyledim. Tüm ‎Avrupa Konseyi`ne söyledim: Dünyada çifte sandartların peşini bırakmak lazım. Bugün de ‎söylüyorum, dünyada çifte standartlar uygulanmaktadır.‎

Ben bir keresinde bir kişiye sordum: Ermenistan`da, Azerbaycan`da, Gürcistan`da seçimler ‎yapılmıştır. Bunların biribirinden farkı ne? Doğruyu söyleyin. Pek bir fark yok dedi. Şu durumda ‎neden bizi seçimlerde ihlaller olmuştur, falan olmuştur diye suçluyorsunuz da, onları ‎suçlamıyorsunuz? Cevap vermiyorlar, bunların hepsinin üstünden geçiyorlar. Ben bizim ülkede ‎seçimlerde ihlaller söz konusu olmuştur diye düşünmüyorum. Bunun yanı sıra bizim ülkede ‎herşeyin ideal bir düzeyde olduğunu da düşünmüyorum. Düşünmüyorum. Defalarca söyledim, ‎her şeyin bir zamanı vardır. Eğer şu aşamaya bakarsak, Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan - biz ‎hepimiz aynı başamakta bulunuyoruz. Fakat ekonomik gelişme düzeyi itibariyle biz hem ‎Gürcistan`dan hem Ermenistan`dan bir hayli öndeyiz. İç istikrar itibariyle biz bir hayli üstünüz. ‎Ülkeye ne lazım? Ülkeye barış lazım. Ülkeye iç istikrar lazım. Ülkeye ekonomik gelişme lazım. ‎Fakat bu konular bir kenara bırakılmış, bazıları demokrasi, demokrasi, demokrasi diye ‎tutturmuşlar. Demokrasiden bahseden insanların kendileri, sadece, bunu suistimal ediyorlar.‎

Ben hep söyledim ve söylüyorum, Azerbaycan`da demokrasi var, demokrasi gelişiyor ve ‎gelişecektir. Hiçkimse bu konuyu suistimal etmesin. Hiçkimse de bu konuda kendi çeşitli ‎yöntemleriyle Azerbaycan`a baskı yapamaz. Bizim Azerbaycan`ın kendi yolu var. Halkımızın ‎kendi zihniyeti bulunmaktadır. Hiçkimse burada, Azerbaycan`da bugün Fransa`da olduğu gibi ‎bir demokrasi olacağını düşünmesin. Onun için çok yılların geçmesi gerek. ‎

Ben bunu, şu çifte standartlar hakkında bilginiz olsun diye söylüyorum. Bu çifte standart şimdi ‎Ermenistan-Azerbaycan anlaşmalzığında uygulanmaktadır: onlara yazık oluyor, onları kurtarmak ‎gerek. Sizin ülkenizin doğal kaynakları var, falan var, çözün. Nasıl çözeyim? Şimdi siz de ‎soruyorsunuz. Nasıl çözeyim?‎

Yapılan tüm görüşmelerden, Minsk Grubu`nun sunduğu önerilerden ben birşeyi anladım: bunlar ‎Dağlık Karabağ`a bağımsızlığa yakın bir statü vermek suretiyle sorunu çözmek, yahut tamamen ‎bağımsızlık tanımak istiyorlar. Minsk Grubu`nun tüm önerilerinden bu anlaşılıyor, bunun dışında ‎başka birşey yok. Biz ise bunu kabul etmemişiz ve kabul edemeyiz. ‎

Koçaryan`la görüşmelerimizi açıkça anlatmak istemiyorum. Fakat herşey açık ortada, onlar ‎bizim topraklarımızı işgal etmişler ve temel amaçları şudur ki, tek kelime ile ifade edersek, ‎bundan böyle Dağlık Karabağ hiçbir şekilde Azerbaycan devletinin yönetiminde bulunmamalı. ‎Onların görüşü işte bu yöndedir. ‎

Ben bu görüşmeleri yapıyorum ve yapacağım. Bir süre önce Fransa Cumhurbaşkanı Chirac bana ‎telefon açtı. Nitekim 26Ocak`ta orada biz - Koçaryan`la ben - başbaşa görüşme yaptık, daha sonra ‎üçümüz bir araya geldik. Bir süre önce bana telefon açtı, Koçaryan`ın tekrar Fransa`yı ziyaret ‎ettiğini söyledi. Siz buraya gelebilir misiniz, başbaşa bir daha görüşün dedi. Ben itiraz etmedim. ‎‎4 Mart`ta Paris`te Cumhurbaşkanı Koçaryan`la benim başbaşa görüşmem olacak ve ayın 5`de ‎ise üç cumhurbaşkanı - Cumhurbaşkanı Chirac, Cumhurbaşkanı Koçaryan ve bir de Azerbaycan ‎Cumhurbaşkanı bir araya gelecekler.‎

Şimdi birisi der ki, Fransa "soykırım" hakkında kararı onaylamıştır. Neden oraya gidiyorsunuz, ‎filan yapıyorsunuz? Bunlar birbirinden farklı konulardır. Bu sorunun çözümü ile onun arasında ‎bir bağlantı bulunmamaktadır. Biz Fransa`nın adaletsiz kararına itirazımızı hep belirttik, ‎belirtiyoruz. Ben bunu Cumhurbaşkanı Chirac`ın yüzüne karşı da söyledim. Fakat bununla ‎birlikte Fransa Minsk Grubu`nun eşbaşkanıdır. Eğer bir ihtimal, burada herhangi birşey ‎sağlamak mümkün olacaksa, biz bunu değerlendirmeliyiz ve bundan vazgeçemeyiz. Onun için ‎de ben bu görüşmeye gidiyorum. Ne olacak, ne olmayacak, bunu söyleyemem. Fakat şunu ‎belirtmek isterim ki, durum çok karışık.‎

Vilayet Kuliyev burada, Minsk Grubu`nun kendi faaliyetini askıya aldığını söyledi. Minsk Grubu ‎kendi faaliyetini durdurmamıştır. Örneğin, işte şu olay, Minsk Grubu eşbaşkanlarından birisinin, ‎Cumhurbaşkanı Chirac`ın bu konu ile ilgilenmesi şunu gösteriyor ki, Minsk Grubu`nun ‎eşbaşkanları kendi faaliyetlerini askıya almamışlar. Minsk Grubu eşbaşkanları derken biz onların ‎temsilcilerini kastediyoruz, fakat esas olanı ülke başkanlarıdır.‎

Örneğin, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin buraya gelirken ben onunla iki-üç saat başbaşa ‎çok kapsamlı bir görüşme yaptım. Sonra telefon görüşmelerimiz oldu. Onun için de şimdi Minsk ‎Grubu kendi faaliyetini durdurmamıştır. Ben defalarca söyledim, Minsk Grubu ve onun ‎eşbaşkanları bilmeliler, Ermenistan ve Azerbaycan cumhurbaşkanlarının doğrudan ‎görüşmelerinin Minsk Grubu`nun çalışmaları ile paralel bir şekilde yapılması gerekiyor. Bu, ‎onun faaliyetinin yerine geçmemektedir ve geçmeyecektir. Bunu defalarca söyledim ve bir daha ‎söylüyorum. Bu şekilde, biz hem Minsk Grubu`nun faaliyetini güçlendirmeliyiz, hem de kenid ‎olanaklarımızı her yönüyle değerlendirmeliyiz. Ben size durumu anlattım. Şimdiye kadar ‎yapılması ne mümkünse, yaptım. Sadece ben değil, tabi ki, bizim ilgili yönetim makamlarımız ‎bunda çok etkin rol üstleniyorlar. Ulusal Parlamento katılıyor. Fakat tabi ki, görüşmelerin temel ‎bölümü benim üzerime kalıyor. Aynı zamanda, bizim dışişleri bakanı da, dışişleri bakan ‎yardımcıları da görüşmeler yapıyorlar. Başka çerçevelerde de görüşmeler düzenleniyor. Bizim ‎parlamento temsilcileri farklı ülkelerde temasları sırasında bu konuları gündeme getiriyorlar. ‎Yani bunu biz hepimiz yapıyoruz. Fakat Minsk Grubu ile temel görüşmeleri ya bizim yönetim ‎organları çalışanları, yahut doğrudan ben yapıyorum.‎

Benim amacım nedir? Durum işte böyledir. Siz, bunun Ulusal Parlamento`da görüşülmesi gerek ‎dediniz. Birisi diyor ki, hadi gelin komisyon oluşturalım. Siz bana söyleyin bakalım, bu ‎komisyın ne yapacaktır, neyi yapma gücüne sahiptir, hangi öneriyi sunabilir?‎

Azerbaycan siyasal partileri, muhalefet olsun veya olmasın, yaygara çıkarmak zor bir iş değildir. Daha bu gürültülerin zamanı geçti. Seçki öncesinde kimileri konuşmalar yaptılar ve bizim ‎önerilerimiz var dediler. Önerilerini sun! Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev 7 ‎senede bu sorunu çözememiştir diye suçluyorsunuz. Ben de size durum nasıl, onu anlatıyorum. ‎Siz çözebiliriz diyorsunuz, düşüncelerinizi sunun. Bana sunmuyorsunuz. Ulusal Parlamento`ya ‎sunun. Ulusal Parlamento`ya sunmuyor iseniz, Minsk Grubu`na sunun, Minsk Grubu`na ‎sunmuyorsanız, Birleşmiş Milletler`e sunun. Sunun, sunun, sunun! Fakat hiçbirinizde ne bir ‎görüş var, ne bir öneri var, ne de bu sorunun karışıklığı, derinliği yönünde bir bilgi var.‎

Fakat buna rağmen, ben bugün bir daha çağrıda bulunuyorum. Ulusal Parlamento üyelerine, ‎bizim kamuoyunun temsilcilerine, özellikle Azerbaycan toplumunun, nasıl desek, kaymağı olan ‎bizim bilim adamlarına, kültür adamlarına, yazarlara, tüm başka aydınlara çağrılarda ‎bulunuyorum. Tüm siyasal partilere, bana karşı düşmanca bir tutum takınan siyasal partilere ‎sesleniyorum - önerilerinizi verin. Beni önemsemiyorsanız, hiç önemsemeyin. Minsk Grubu`na ‎verin. Parlamento`yu önemsemiyorsanız, önemsemeyin. Bu, sizin kendi işinizdir. Minsk ‎Grubu`na verin. Getirin bakalım, televizyonda nasıl bazı konuşanlar bu, bizim bir görüşümüz, bu ‎öbür görüşümüz diye kağıtlar koyuyorlardı. Fakat bu kağıtta neler yazıyor, onu Allah biliyor. ‎İstersen, şu kağıdı 5 kere kaldır, göster, şu bir öneri, ikinci öneri, üçüncü öneri vesaire. Eğer bu ‎konu ile ilgili bir düşüncen varsa, götür Minsk Grubu`na sun. Ben Minsk Grubu eşbaşkanlarının ‎seninle görüşmeleri için gerekli ortamı sağlarım. Yazılı şekilde onlara sun, anlat, işte sorunu bu ‎yöntemle çözün de.‎

Fakat bazı bildiriler yayımlıyorlar, yok bilmem, Dağlık Karabağ`a kültürel özerklik tanınması ‎gerek, Dağlık Karabağ`a özerk il hakkı tanınamaz vesaire. Gelin aklı başında düşünelim. Onlar ‎‎1923 yılında kurulmuş olan şu özerk ili kabullenemediler, 1988 yılında savaş, saldırı başlattılar, ‎bunca kan döküldü, topraklarımızı işgal ettiler, şimdi onlara aynı şu otonom ilini kabul ettirmek ‎mümkün mü? Olacak şey değil.‎

Kimileri diyor ki, savaş yapın, güçlü ordumuzun olması gerekiyor. Azerbaycan`ın güçlü ordusu ‎vardır. Ben Güvenlik Konseyi`nde bu konuyu birkaç defa masaya yatırdım. Azerbaycan`ın güçlü ‎ordusu bulunmaktadır. Savaşabiliriz. Fakat bu gerekiyor mu? Kim savaştan yanaysa, bu savaşın ‎sonucunda ne olacaktır, onu yazsın bakalım.‎

Birincisi, bizim Dağlık Karabağ`ın sınırları dışında bulunan yedi rayonumuz işgal altında ‎tutulmaktadır. İnsanlar çadırlarda yaşıyorlar. İşgal edilmiş her rayonu kurtarmak için ne kadar ‎zaman gerekecek, ne kadar kan dökülecektir. İkincisi, şimdi dünya kamuoyunda savaşı kim ‎tasvip edecektir? Üçüncüsü, dünya kamuoyunda daha önceden şöyle bir görüş oluşmuştur, güya ‎orada Azeriler Ermenileri katletmişler. Şimdi de savaşı biz başlarsak, diyecekler ki, evet Azeriler ‎işte önceki gibi, şimdi de Ermenileri katletmek istiyorlar. Fakat ben savaştan kaçmıyorum. Eğer ‎bizim kamuoyumuzun hepsi böyle bir karara varmış olurlarsa, bunun gerekçeli açıklamasını ‎yaparlarsa ve savaştan yana olan kişiler somut bir stratejiyi belirlemiş olurlarsa, ki savaş yapmak ‎lazım, savaşı nasıl yapalım, bizim ordumuzun bunun için yeteri kadar gücü var. Hiç ‎endişelenmeyin.‎

Kimileri diyor ki, hayır, beş-on seneye güçlü bir ordu kuralım, daha sonra başlarız. Kimileri de ‎diyor ki, gelin, konuyu donduralım. Ne kadar süre donduracağız? Örneğin, sorunu beş sene daha ‎dondurduk. Zavallı göçmenler beş sene daha mı çadırlarda yaşayacaklar?‎

Daha sonra ne yapacağız?‎

Kimileri şöyle düşünüyor, Ermenistan`da ekonomi çok sıkıntı içindedir, insanlar ülkeyi terk ‎ediyorlar vesaire. Burada bir gerçek payı vardır. Ermenistan`ın ekonomisi zor durumdadır. Fakat ‎Gürcistan`ın ekonomisi ondan daha da zor durumdadır. Bizim ülkenin ekonomisinin iyi düzeyde ‎olduğunu herkes, tüm dünya uzmanları, yetkililer - ki bundan iki gün önce Avrupa Birliği ‎yöneticilerini kabul ettim, onlarda bütün bilgiler var, - onlar diyor. Daha ne kadar bekleyelim ki, ‎Ermenistan ekonomisi çoksün, Ermenistan tamamen çöksün, Dağlık Karabağ çöksün, daha sonra ‎biz gidip bu yerleri ele geçirelim mi diyorsunuz? Daha ne kadar bekleyelim? Eğer böyle bir ‎düşünceniz varsa, gelin, bunun da gerekçelerini açıklayın. Yani ben her öneriyi tam bir titizlikle, ‎tüm sorumluluğumla incelemeye hazırım. Bu yüzden de ben bu bilgileri size aktardım.‎

Bugünkü oturumun amacı öneriden oluşmalıdır. Konuşacak kişilerden rica ediyorum, ne tarihi, ‎ne kim suçludur, suçlu değildir, bu neden başımıza geldi - bunları anlatmasınlar, bunlar bir ‎kenarda dursun. Bu daha sonra yapılacak bir çalışmadır. Bugün ne yapmak lazım? İşgal edilmiş ‎toprakları kurtarmak lazım. Hiç olmazsa, en azından Dağlık Karabağ`ın çevresinde bulunan işgal ‎altındaki rayonları kurtarmak lazım.‎

Belki de ben bu denli kapsamlı bir konuşma yapacağımı düşünmüyordum. Fakat her halde ‎sanıyorum, bu konu öylesine karmaşık bir konudur ki, benim bu konuda size detaylı bir bilgi ‎vermeme ihtiyaç vardı. Ben sizden öneriler bekliyorum. Ben sizden yardım bekliyorum. Ben ‎halkımızın çalışıp, elbirliğiyle bu sorunu çözmesini temenni ediyorum.

Teşekkür ediyorum. ‎