Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev`in "Kanlı Ocak" resim sergisinin açılışında yaptığı konuşma - Azerbaycan Rustem Mustafayev Devlet Sanat Müzesi, 18 Ocak 1995


Sayın bayanlar ve baylar, kardeşler, yurttaşlarımız! 20 Ocak 1990, Azerbaycan halkının tarihinin en trajik, kara sayfası olmakla birlikte kahramanlık, cesaret sayfasıdır. O korkunç günlerin üzerinden 5 sene geçiyor. Şimdi biz bu olayların beşinci yıldönümünü anıyoruz. Bununla ilgili olarak cumhuriyetimizde etkinlikler yapılıyor, o günleri birkez daha hatırlıyor, o günlerin, o dönemin özü birkez daha araştırılıyor. Sanırım, biz o günlerden ne kadar çok uzaklaşırsak, o günlerin Azerbaycan halkının tarihinde ne kadar önemli bir yer edindiğinin bir o kadar bilincine varacağız ve gelecek kuşaklar belki bunu daha doğru, daha düzgün bir şekilde değerlendirecekler.

Ancak bir gerçek var ki, 20 Ocak 1990 Azerbaycan halkının yaşamında dönüş aşaması, dönüş noktası oldu. Biz 20 Ocak olaylarını şimdiye kadar hep bir facia olarak değerlendirdik. Aynı gün tarihimize kara gün olarak geçti. Kuşkusuz ki, bunda bir gerçek payı vardır. Fakat bir trajedi neden yaşanır, böylece durduk yerde yaşanmaz,- bu, doğal afet sırasında belki olabilir. Ancak toplumda yaşanan trajedinin, hiç kuşkusuz, bir nedeni vardır. Onun için de bu olayları geniş bir açıdan değerlendirmek gerekir. Biz bu olayları giderek daha derinden anlıyoruz.

Bildiğiniz üzere, 20 Ocak 1990'dan sonra cumhuriyetimizde siyasi süreçler Azerbaycan halkının, ülkemizin tam savunması yönünde gelişmemiştir. İşte bu yüzdendir ki, 20 Ocak olaylarına sonraki yıllarda doğru, gerçek siyasi değer verilmemiştir. Doğru, 19 Ocakı 20 Ocaka bağlayan gece Azerbaycan halkında bir heyecan, fırtına, tedirginlik yarattı, sanki bir yanardağ püskürdü. İnsanların içinde çok büyük bir duygu uyandı. İşte bunlardan dolayı 22 Ocak'ta ülkemizin saygın insanları, milletvekilleri, aydınları Azerbaycan Cumhuriyeti'nin o dönem yöneticilerinin iradesine karşı çıkarak Azerbaycan Yüksek Sovyetini olağanüstü toplantıya çağırdılar. Güç koşullarda, büyük baskılar altında, korku içinde, büyük bir tehlike göz önüne alınarak bu konu masaya yatırıldı. Ben o gece, böylesine güç koşullarda layıklı karar alındığını düşünüyorum. Bugün şunun altını özellikle çizmek gerekir, söz konusu toplantının önde gelen isimleri de bizim aydınlar, Vatana, toprağa bağlı insanlarımız oldu. Azerbaycan Halk Şairi Bahtiyar Vahabzade'nin Yüksek Sovyetin oturumunu yönetmesi de bir rastlantı değil. Yüksek Sovyetin başında bulunanlar olayların dışında kaldı, onlardan yalnız bir kaçı salonda bulunuyordu, fakat oturumu Bahtiyar Vahabzade ve, yanılmıyorsam, İsmayıl Şıhlı yönetiyordu. Bu çalışmayı onlar ikisi birlikte yürütüyordu. Zorlu, çok çelişkili bir ortamda - Sovyet ordusunun Azerbaycan'da etkili güç olduğu bir ortamda, Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin Azerbaycan'a baskı yaptığı bir dönemde geceleyin böyle bir karar alındı. Bu, gerçekten de çok takdir edilecek bir husustur.

Fakat daha sonra ne oldu? Ne yazık ki, o dönemde Azerbaycan'ı yöneten, halkın güvendiği ve halka hizmet etmesi gereken kişiler - ki halk onlara güvenmeseydi, bu tür üst makamlarda görev alamazlardı - bu konuyu giderek örtbas etmeye çalıştılar. Onun için de dört sene bu mesele gerektiği gibi tartışılmadı, gerçekçi, kapsamlı, hukuksal, politik değer verilmedi. Suçlular dışarıda kaldılar, kendi kişisel amaçları, çıkarları için halkın tarihi trajedisini örtbas etmeye çalıştılar.

Ben buraya - salona girerken önce bir tabloyu gördüm, galiba, Kamil Necefzade'nin eseridir. Bunun çok değerli bir eser olduğu kanaatindeyim. Tabloda Şeyhülıslam'ın da tipi çizilmiştir. Onun için ben Şeyhülislam'ın neden bugün burada olmadığını sordum. Hasta olduğunu söylediler, o yüzden gelememiş.

... Ben o sırada Moskova'da yaşıyordum, bunu biliyorsunuz. Televizyondan birkaç görüntü izleyebildim. Çok zor günler yaşıyor, üzülüyordum. Bizim Dağüstü Park'ta, Çemberekent'te şehitleri toprağa veriyorlardı. Ben Azerbaycan Cumhuriyeti'nin tarihinde böylesine kalabalık bir cenaze töreninin olmadığını düşünüyorum. Siz o zaman burada bulunuyordunuz, her haldekatıldınız, bunu benden daha iyi biliyorsunuz.

Ben televizyondaki görüntülerden edindiğim izlenimi aktarıyorum,- böyle bir kalabalık cenaze töreni görülmemişti. Tüm halk yas tutuyor, şehitleri toprağa veriyordu, oraya gitmek, yaklaşmak mümkün değildi.

Ben 21 Ocak'ta Moskova'da Azerilerin toplandığı mitingde konuşma yaptım, ardından basın toplantısı düzenledim. Moskova'da yapılan toplantılarda bu olaylar karşısındaki tutumumu, öfkemi dile getirdim, kendi değerlendirmemi yaptım, Azerbaycan halkına yönelik saldırı ile ilgili düşüncelerimi açıkça, çekinmeden söyledim ve hemen Azerbaycan halkına başsağlığı telgrafı gönderdim. Benim yanımda onun içeriğini telefonla Bakü'ye ilettiler. Kuşkusuz ki, o sırada buradaki yönetim henüz kesin belli değildi, fakat bir takım kişiler vardı ve ben telgrafı onların adreslerine göndererek benim taziye mesajımın cenaze töreninde okumalarını rica ettim. Sonra ilgilendiğimde telgrafı hiç yakınlarına bile bırakmadıklarını öğrendim. Bunun pek önemi yoktur. Fakat ben izliyordum, halk, üstelik yalnız Bakü nüfusu değil, Azerbaycan'ın diğer şehirlerinden, bölgelerinden, ilçelerinden akın eden insanlar da halkımıza yönelik yapılmış 20 Ocak trajedisinin, saldırısının kurbanlarını sonsuz saygıyla, onların anısını yücelterek toprağa veriyorlardı. Bu cenaze törenine Azerbaycan yöneticilerinin de katılması gerekirdi. Ben bu konuyla çok ilgilendim, katılmadıklarını öğrendim. Katılımcılar arasında Şeyhülislam, başka din adamları, çoğu aydınımız, sıradan insanlar vardı. Ne var ki bu saldırı Azerbaycan halkına yönelik yapılmıştı. Ölenler Azerbaycan'ın ulusal özgürlüğü uğruna canlarını feda etmişlerdi. Fakat cumhuriyet yöneticileri bu cenaze törenine katılmadılar. Şimdi bazıları geldiklerini, geçtiklerini söylüyorlar, fakat onların cenazenin başında beklemeleri, baştan sona kadar orada bulunmaları gerekirdi. Eğer onlar halkın başkanlarıysa, yönetimi üstlenmişlerse, gelip orada duracaklardı. Bu da bir rastlantı değil, ne var ki buna manevi hakları yoktu, onlarla halk arasında büyük bir uçurum vardı. Aynı olayın üzerinden dört sene geçmesine rağmen onların bunu ört-bas etmeye çalışmalarını ben buna bağlıyorum. Bunu ancak kendi özel amaçları için yapmışlar.

Bildiğiniz üzere, 5 Ocak 1994'te bu olayla ilgili karar imzaladım, aradan dört sene geçtiğini belirtertek, bu konuların görüşülmesi gerektiğine ilişkin düşüncemi aktardım. Azerbaycan Parlamentosu'nun - Milli Meclis'in bu konuyu görüşmesini önerdim. Bu konu iki-üç ay boyunca ele alındı. Bu oturumlar televizyonda yayınlandı, hatırlıyorsunuz. Üzüldüm, o dönemde yönetimde bulunanların bir kısmı da, hatta iktidara karşı muhalefet kanadında bulunan, milli özgürlük hereketine katılan, keza onun yönetimini üstlenen kişiler de bu olayların ele alınmasını istemediler.

Hatırlarsanız, bazıları bu olaylarla ilgili değerlendirmelerin otuz sene sonra yapılmasını söyledi. Birisi buna elli yıl sonra değer biçilmesini söyledi. Bir başkası bununla ilgili değerlendirme yapamayız dedi. Bu nasıl olur? Hazır olayların canlı tanıkları burada iken onların hepsinin yaşamlarını kaybetmesini mi bekleyelim, ardından birisi gelip birilerinin yazdığı herhangi arşiv belgelerine bakıp, bir değerlendirme yapsın, öyle mi?

Kuşkusuz ki, bunlar hepsi bahaneydi. Zira herkes bir şeylerden korkuyordu. İktidarda bulunanlar suçu açığa çıkar diye korkuyorlardı. Milli egemenlik uğruna mücadele verenler ise, ne yazık ki, nedense halkı ayaklandırmak, ölümüne sebebiyet vermek ile suçlanmaktan korkuyorlardı. Biliyorsunuz, bu da korkunç bir durumdur. Fakat bunlara rağmen, bildiğiniz üzere, masaya yatırıldı. Doğru, çok zorluklar oldu, bizzat ben birkaç kez parlamento oturumlarına katıldım. Kendi düşüncelerimi bildirdim. Nihayet 20 Ocak 1990 olayları ile ilgili kapsamlı, benim kanımca, adil, detaylı bir karar alındı.

Fakat bununla iş bitmiyor. Şimdi biz bu olayların beşinci yıldönümünü anıyoruz. Azerbaycan halkının tarihinde kahramanlık örnekleri çok oldu, halkımızın başı çok belalar çekti. Halkımız yüzyıllar boyunca bu aşamalardan geçerek bugüne geldi. 20.yüzyılı değerlendirecek olursak, 1918, 1920 yılında Azerbaycan halkının başına gelen belaları, trajedileri biliyorsunuz. 1917-1938 yıllarının trajedileri de bellidir. Ancak 1990 yılının ocak ayında yüzyılımızın sonuna doğru yaşanmış olaylar öncekilerin hiçbirisiyle kıyaslanamaz. Zira bu dönem Azerbaycan halkının artık ulusal uyanış, ulusal kimliğini kabul ettirme, ulusal özgürlük duygularını açığa çıkarma, gösterme aşamasıydı.

Biz 20 Ocak olaylarını trajedi olarak nitelendiriyoruz. Doğru, bu, bir trajedidir. Fakat bu trajedinin nedeni nedir? Nedeni bir yandan Azerbaycan halkının kendi ulusal egemenliği uğruna mücadeleye girişmiş olmasıdır. Bu, çok önemli, tarihi bir olaydır. Azerbaycan halkında milli ruh yükseldi, milli uyanış duyguları kabardı. Çeşitli aydınlarımızın yıllarca kalplerinde yaşattıkları bu duygular artık açığa çıktı, kendini gösterdi, farklı grupların değil, tüm halkın iradesine dönüştü. Halkın iradesiyle 1988, 1989, 1990 yıllarında bu hareket güçlendi. Ermenistan tarafından Azerbaycan'ın toprak bütünlüğüne, halkımıza, devletimize yönelik yapılan saldırı ve üstelik bir devletin sınırları içinde bulunan bir cumhuriyetin, bir halkın başka bir halka yaptığı bu saldırıda ortak devletin Azerbaycan halkının haklarını korumaması bu hareketi tetikledi.

İnsanlarda bu duygular hızla gelişti. Söz konusu yıllarda gelişen tüm bu süreçler sonucunda ulusal özgürlük isteği, dileği, uzun süre kalplerde yaşayan bu duygular patlak vererek halkın iradesine dönüştü. Bu yüzden de hiçkimsenin korkup çekinmemesi gerekir.

20 Ocak trajedisinde insanlar katledildi. Bunun Sovyet ordusunun, Komünist Parti Yönetiminin Azerbaycan halkına yönelik askeri, siyasi saldırısı olduğu gayet açıktır. Bu saldırı sonucunda halkımız kurbanlar verdi. Fakat halk her zaman bağımsızlık uğruna mücadelede kurbanlar vermelidir. Eskiden de böyle oldu, bugün de böyle, ileride de böyle olacaktır. Her şehit bizim için büyük bir kayıptır. Onların hatırası bizim için azizdir, kalbimizde hep yaşayacaktır.

Şehitlerimiz sonsuzluğa kavuştular. Zira onlar Azerbaycan'un ulusal bağımsızlık yolunda şehit düştüler. Halkımızın bu mücadelesine karşı komünist rejiminin, Sovyetler Birliği yönetiminin, Sovyet ordusunun askeri saldırısı sonucu canlarını feda ettiler, şehit düştüler. Bizim gelenekler uyarınca söylersek, onlar sonsuz cenette kavuştular.

Onun için de bu olayların bundan sonra da hem o tarafta hem bu tarafta saklanmaya çalışılması başlı başına halka bir ihanettir. Allaha şükürler olsun, herşey açığa kavuştu. Tarih her zaman herşeyi düzene koyar. Bir sene önce bu olaylarla ilgili siyasi değerlendirme yapıldı. Şimdi şehitleri sadece münferit gruplar, aydınlar değil, başta devlet olmakla tüm halkımız tarihimizin neredeyse en üst düzeyine ulaşmış bir olayını anıyor. Biz bunu kahramanlık örneği, kahramanlık destanı olarak değerlendirmekle birlikte halkımızın başına gelen bir facia olarak anıyoruz.

Ocak olayları sırasında 130-140 kişi öldü, 600-700 kişi yaralandı. Bundan fazla veya az da olabilirdi, tekrar söylüyorum, yaşamını kaybetmiş her insan, ailesi için değerli olduğu kadar halkımız, ulusumuz için de değerlidir. Fakat bu olayın tarihimizdeki yeri, değeri münferit insanların kaderi ile sınırlanamaz. Bu, münferit insanların değil, tüm bir halkın kaderidir.

İşte bu duygular içinde biz Ocak olaylarının beşinci yıldönümünü anıyoruz. Bu nedenle de farklı etkinlikler yapılıyor. Bugünkü sergiyi de ben bu açıdan çok takdir ediyorum. Sanırım, yaratıcı aydınlarımız bu olayları yansıtmak için bundan böyle daha çok çaba gösterecekler.

Sergiden de edindiğim izlenimleri birkaç kelimeyle aktarmak istiyorum. Buradaki eserler, kuşkusuz ki, Azerbaycan ressamlarının, heykeltraşlarının, mimarlarının yüksek sanatını yansıtan eserlerdir. Ben kendi düşüncemi defalarca, keza sonuncu defa Settar Behlulzade'nin doğum yıldönümü ile ilgili törende söyledim. Azerbaycan ressam ekolü çok yüksek düzeye sahiptir.

Kültürümüzün başarılarından biri de 20.yüzyılda Azerbaycan'da büyük ressam ekolünün kurulması, çok seçkin ressamlarımızın, heykeltraşlarımızın, mimarlarımızın eğitimi ve onlarn yaptığı eserlerdir. Belki, yaşadığımız dönemlerde onlara yeterince değer vermemişler. Fakat biz zamanla ve dünyanın diğer ülkelerini gezdikçe, başka halkların sanat adamlarını tanıdıkça hem kendimize hem halkımızın, keza ressamlarımızın yaptığı eserlere daha doğru ve net değer biçebiliriyoruz. Bu eserlerin hepsi çok değerlidir. Bu vesileyle ben ressamlarımızı, heykeltraşlarımızı, mimarlarımzıı kutluyorum. Teşekkür ediyorum. Umarım bu alanda çalışmalarınızı sürdüreceksiniz.

Fakat bununla birlikte birkaç düşüncemi de aktarmak istiyorum. Ben demin belirttim, fakat resim sanatı, genel olarak, resim, mimarlık ve plastik sanatlarla ilgili bazı düşüncelerimi tekrarlayacağım. 20 Ocak olaylarını bir trajedi olarak göstermek yetmez. 20 Ocak, Azerbaycan halkının ulusal bağımsızlık uğruna, kendi onurunu koruma uğruna sergilediği kahramanlık örneğidir. Bu yüzden de kahraman Azerbaycan evlatlarının tank paletleri altında ezilmesi olgusunu göstermekle kalmayıp, aynı zamanda onların kahramanlığını, cesaretini, ölümle yüz yüze gelerek saldırganın karşısına çıkmalarını da tasvir etmek gerekir. Belki bu, daha çok lâzım. Ne yazık ki, buradaki eserlerin arasında ben böylelerini görmedim. Belki bu, Ocak olaylarının yaşanmasından sonra bizim hep buna ağlıyor olmamızdan kaynaklanıyor. Kederimiz, tasamız, hiç kuşkusuz, büyüktür. Fakat halkımız, üzülmekle birlikte, Azerbaycan'ın kahraman evlatlarının o büyük Sovyetler Birliği Ordusuna karşı koyma gücünde olduğunu gösterdi.

O dönemde yaşanan süreçlere bir bakın. Azerbaycan'ın pekçok vatansever, milli ruhlu insanları - aydınları, işçileri, köylüleri, sıradan insanları da Komünist Partisi'nden ayrıldılar, komünist yöneticilere kendi nefret ve itirazlarını ifade ettiler. Peki o mitingler, cumhurbaşkanlığı sarayının önünde kurulmuş sembolik dar ağacı ne oldu? Bunlar Azerbaycan halkının kendisine yapılan haksızlığa karşı itirazı, değil sadece itirazı, isyanı değil miydi? Böyle bir ayaklanma olmasaydı, o büyük bir ordu birliği Azerbaycan'a gelir miydi? Bir düşünün, Sovyetler Birliği'nin savunma bakanı, iç işleri bakanı, Milli Güvenlik Bakanlığından üst düzey bir general, pek çok generaller gelip burada oturdular. Eğer burada bu tehlike yoksa neden geldiler?

Tehlike neydi? Tehlike halkın isyanıydı, halkın iradesiydi. Halkın mili uyanışı idi. Onu bastırmak istiyorlardı. Bir anlamda onu bastırmayı başardılar. Fakat tamamen bastıramadılar. Peki bu halk, o kahraman, o asi halk, ulusal özgürlük uğruna çabalayanlar nerede? Neden onlara bu eserlerde yer verilmedi? Tankın paletleri altında ölen, ezilen var, fakat cesaretle tankın karşısına geçen Azerbaycanlı evladı nerede? Neden o tipler yok?

Biliyor musunuz, bu, sizin suçunuz değil. Ben kimseyi suçlamak istemiyorum. Genel olarak, 20 Ocak olaylarından sonra bu olaylara yönelik tutum gösterilmelidir. Burada ben, örneğin bizim saygın aydınlarımızın bu olaya isyan ederek, onu protesto etmek için gelip konuşmalar yaptıklarını, parti cizdanlarını attıklarını görmüş olsaydım,- bu, çok güzel bir eser olurdu.

Örneğin, o mitingleri anlatsaydınız, bunlar da çok güzel eserler olurdu. Bu olayların neden yaşandığı açıklanmış olurdu. Yoksa belli değil, bu tank buraya neden gelmiş, bu kişi neden onun paletleri altında kalmış. Ben kendi düşüncemi söylüyorum. Bana katılan yada katılmayanlar olabilir. Ben bunu bir hüküm olarak öne sürmüyorum. Ben de bir vatandaşım, üstelik bir ölçüde bu sanat konularından anlayan biriyim ve kuşkusuz, siyaset adamıyım. Siyasi yönden kendi düşüncelerimi söylüyorum ve sanırım, burada bir boşluk bulunuyor. Genel olarak, heryerde bu boşluk vardır. Hem bizim yazarların eserlerinde hem ressamların eserlerinde bu boşluk vardır. Gelecek eserlerinizde bu unutulmuş alana önem vermenizi dilerim.

Şimdi bizim yazarların, şairlerin eserleri hakkında, kuşkusuz, benim pek bilgim yoktur ve onları analiz etmek istemiyorum, fakat şu da bilinmektedir ki, bu olaylara tepkisini ilk ortaya koyan Bahtiyar Vahapzade çok güzel "Şehitler " poemini yazdı. Onu televizyonda defalarca söylediler, ben hatırlıyorum. Diğerlerinin de yazmaları gerekirdi. Herhalde bu konuyu da düşünmek lazım.

Genel anlamda bu konu yeteri kadar işlenmemiştir. Nedenini bilmiyorum. Belki bizim sanat adamlarımız o dönemin yöneticilerinin bu alandaki tutumundan çekinerek bu konuya girmediler, yahut soğuk bir tavır sergilediler. Ben işte buradaki eserlere büyük değer biçmekle birlikte ressamlarımızın - bu arada bizim çok sayıda ressamımız vardır - o konuda çok güzel eserler yapabilecekerini düşünüyorum.

Ben 90 yılında, malum olaylardan birkaç ay sonra, yazın Bakü'ye geldim. Burada yaşamımı sürdürmek için uygun koşullar bulunmadığından Nahçıvan'a gittim. Orada beni bir sergiye davet ettiler. Sergide yerli ressamların o olaylarla, 20 Ocak ile ilgili öyle etkileyici eserler gördüm ki! (Gerçi o olaylar Bakü'de yaşanmıştı.) Ben hayran kaldım.

Belki orada ressamlar biraz daha özgür olmuşlar. Oysa ben burada daha fazla eser göreceğimi sanıyordum. Bunu hepimiz, tüm halk görmeli. Şu olayları yansıtmak gerekir. Onun için bu alanda daha fazla çalışmanızı dilerim. Ben biliyorum, şimdi ressamlar için geçinmek zordur. Maddi sıkıntıları vardır. Genel olarak, sanatçı aydınlarımız için zordur. Eskiden olduğu gibi devlet siparişleri yoktur. Fakat inanın, bizim Anayurt savaşımız, yani topraklarımızın savunması ile ilgili konularda güzel eserler yapılırsa, devlet onlarla bir şekilde ilgilenir, kaynak ayırır ve biz bu tür kıymetli eserlere gereken değeri verir, onları devlet için alabiliriz.

Doğru, şimdi bizim geçim sıkıntılarımız var. Siz biliyorsunuz, ekonomi çok zor durumdadır. Fakat buna rağmen biz bu eseler için, herhalde, bir kaynak bulabiliriz. Fakat bizim sanat adamlarının çalışması gerekir. Zira çağdaş ressamlarımız, heykeltraşlarımız, yazarlarımız bu olayların canlı tanıklarıdır. Eğer onlar şimdi bu eserleri yapmazlarsa, gelecek kuşaklar bu olayları ancak çeşitli kitaplardan, anılardan öğrenecekler. Oysa biz hepimiz bunun canlı tanıklarıyız. Onun için böyle eserler yaratmak lâzım.

Tekrar söylüyorum. Bu eserlerin ana çizgisi Azerbaycan halkının kahramanlığı, ulusal özgürlük yolunda mücadelesi, bununla ilgili Azebaycan'a yapılmış silahlı saldırı ve bu saldırı sonucu yaşanmış olan trajik olaylar olmalıdır. Yani biz yeni bir şey istemiyoruz,-bu, böyle olmuştur ve bunu yansıtmak gerekir. Ben hep söyledim ve bugün birkez daha söylüyorum: 1989 yılında başlanmış milli kurtuluş hareketi Azerbaycan tarihinde önemli bir yer tutuyor. Bu hareketi hiçkimse, hiçbir zaman küçümseyemez ve onun tüm eserlerimizde anlatılması gerekir.

Kuşkusuz, her süreçte olumsuzluklar yaşanıyor, yahut bu süreçleri kendi kişisel amaçları için kullanmak isteyen kişiler oluyor. Böyleleri de oldu. Örneğin, devletimizin, halkımızın düşmanı olan Rehim Gazıyev diye birisi de güya bu harekete katıldı. Ancak kimin hangi amaçla katıldığını tarih daha sonra gösterdi. Bundan sonraki hainlikler, halka ihanetler gösterdi ki, bazı kişiler bu harekete kendi kişisel amaçları için katılmış, maske takmışlardı, bu hareketi fırsat bilerek kendi çirkin amaçlarına ulaşmak istiyorlardı. Bu tür kişiler vardır ve bunları halk kendisi ortaya çıkarıyor ve hep çıkaracaktır. Ancak bu, genel anlamda, bizim halkımızı alakadar etmez, büyük halk hareketi ile alakalı değildir. O meydanlara toplanan yüz binlerce kişi - sıradan kişiler, işçiler, köylüler, aydınlar, bilim adamlarımız, yazarlarımız, ressamlarımız, seçkin adamlarımız - oraya temiz kalple, saf duygularla, gerçekten de milli bir ruhla, Azerbaycan halkını bu belalardan, Ermeni saldırısından kurtarmak için, halkımıza yönelik bu haksızlığı protesto etmek için geliryordu ve bunlar da kuşkusuz, halkımızın tarihinin en parlak sayfalarıdır ve buna değer vermeliyiz.

Siz biliyorsunuz, ben bunu söylemiştim. Bugün birkez daha hatırlatmak istiyorum, ben uzun yıllar Komünist Parti üyesi ve uzun süre Azerbaycan Komünist Partisi başkanlığını yapan birisi olarak, 1991 yılının yazında Moskova'da Komünist Partisi'nden ayrılma kararımı açıklarken (orada 4 madde bulunuyor. Açıklamam yayınlanmıştır) işte bu Ocak olayları ile ilgili Azerbaycan halkına yönelik saldırıyı birinci neden olarak gösterdim. Evet, 21 Ocak 1990'da ben Moskova'da mitinge Komünist Partisinden istifa niyeti ile gitmiştim. Fakat ben o sırada önemli bir isim olduğumu dikkate alarak, bu adımı atmanın belki şimdi sırası değil diye düşündüm. Belki çalışıp halkıma bir yardım edebilirim? Sonraki faaliyetimde bunun herhangi bir sonuç sağlamadığını gördüm. Onun için de olaydan bir sene sonra Moskova'da, Kremlin'de partiden ayrıldığıma ilişkin bildiri yayınladım ve onun birinci maddesinde Komünist Parti Yönetimini, Azerbaycan halkına yönelik saldırıdan dolayı ve o saldıryı yaptığını itiraf etmediği için, o saldırıyı kendisi kınamadığı için, o saldırıdan dolayı kendisini cezalandırmadığı için suçladım.

O dönemde bizim bazı yöneticilerimizin, Azerbaycan yöneticilerinin ihaneti halka çok büyük zararlar verdi. Bir düşünün, nisan 1989'da Tiflis olayları yaşandı. Orada birlikler gelip mitingdeki kişilere kaba kuvvet kullandı, 16 kişi öldü. Gürcü halkı bu olayı öyle bir zirveye taşıdı ki! O sırada ben Moskova'da ikamet ediyordum. Hatırlıyorum, Azerbaycan'dan temsilciler de gidip Tiflis'te yas törenine katıldılar, çiçek koydular ve bu, çok iyi bir olguydu. Ben tüm bunları izliyordum. O zaman Gürcistan kamuoyu, Gürcü aydınları Gorbaçov'a ve benzeri kişilere öyle bir baskı yaptılar ki, onlar 16 kişinin ölümünden dolayı Gürcü halkından özür dilediler.

Ne var ki Azerbaycan'ın dönem yöneticilerinin ihaneti sonucu Azerbaycan halkından özür dilemediler. İşte, halk ile yönetim arasındaki uçurum budur. Azerbaycan halkını ezmek mümkündür diye düşündüler. Hatırlıyorum, o sırada Gorbaçov bir keresinde söyledi ve bunu televizyonda yayınladılar: "Ben Gürcü halkını tanıyorum, onlara bu yapılamaz". Acaba Azerbaycan halkına böyle bir şey yapılır mıydı?

Nisan 1989 olaylarından bir sonuç çıkarmadılar. Ocak 1990'da Azerbaycan halkına bu felaketi yaşattılar. Çünkü, orada onlar özür dilediler, fakat burada bırakın özür dilemeyi, hatta bu meseleni örtbas ettiler, gizlediler. Doğru, bizim bazı milletvekillerimiz (bazı aydınlarımız hatırlıyordur. Ben o zaman televizyondan izliyordum.) konuşmak istediler. Yüksek Sovyet'in toplantısında düşüncelerini söylediler, ancak onları konuşturmadılar. Oysa halkımızın isyanı devletin, cumhuriyet yöneticilerinin isyanına dönüşmeli idi.

Ancak bunu suçsuz, manevi hakkı olan yöneticiler yapabilirdi. Bunu yapamadılar.

Birkaç gün önce Moskova televizyon kanalında Vilnius olaylarının dördüncü yıldönümü ile ilgili program yayınlandı. Vilnius'e pek büyük bir askeri birlik gönderilmemişti. O sırada Sovyetler Birliği'nin OMON birlikleri gidip orada birkaç operasyon yaptı, insanlar öldü. Bu olayların dördüncü yıldönümünü Litvanya öyle andı ki, öyle bir kalabalık vardı ki! Nitekim ben Moskova televizyon kanalındaki işte şu küçük programda bile bu halkın o saldırıyı nasıl kınadığını gördüm. Fakat bizde kendi mevkilerini korumak için bunları örtbas etmeye çalıştılar. Benim Gürcü halkına da, Litvanya halkına da, Rus halkına da büyük saygım var. Fakat her halkın, keza Azerbaycan halkının da milli gururu vardır. O milli gururu da halkın ilerici insanları ifade etmeli, temsil etmelidirler. Halk, milli ruhla ulusal gururun zirvesine çıkıyorsa, onun başında bulunan kişiler kendi kişisel çıkarları için halkı eziyorsa, işte bu, halkın en büyük trajedisidir.

Tüm bunlardan dolayı biz bu olayları asla unutmamalıyız. Bizim tarihimizde bu trajik günler önemli yer tutmalıdır, o kahramanlık örnekleri yaşamalıdır ve ben sanatçı aydınlarımızın- şairlerimiz, tüm yazarlarımız, bestecilerimiz, ressamlarımız, heykeltraşlarımızın - o üst zirvelere ulaşmış ahlaki değerlere uygun eserler yapmalarını isterim. Zira o günlerde Azerbaycan halkının ahlaki değerleri en üst noktaya ulaşmıştı. Ben, bizim halkımızda bu büyük potansiyelin olduğunu ve ileride bu potansiyelin kullanımı için geniş olanakların ortaya çıkacağını ve onların değerlendirileceğini düşünüyorum. Geçen yıl Ocak olaylarının dördünücü yıldönümünü andığımız sırada, ardından Milli Meclis bu olaylarla ilgili değerlendirme yaptığı sırada şöyle bir karar aldık, 20 Ocak şehitlerinin anısına ve bu olayı anlatan bir anıt yapılsın. Şimdi burada bana iki proje gösterdiler. Bir keresinde heykeltraş, çok büyük usta Ömer Eldarov'un işhanısını ziyaret ettiğimde küçük bir eskizini gördüm. Biliyorsunuz, sergilenen bu eskizler, yahut projeler kendi çaplarında önemlidir. Ancak ben, şimdilik, şu aşamada bu olayı konu alan, kocaman ve önemli miktarda para gerektiren bir anıt yapma olanağımızın olmadığını düşünüyorum. Gerçekler göz önüne alınmalı. Bu, birincisi.

İkincisi de bu anıtın önemi, şu olayları tam yansıtması onun boyutlarına bağlı değil. Eskiden de Sovyet döneminde kocaman heykeller, anıtlar yapmışlardı. Fakat bazen çok büyük olmayan bir anıt, önemi, anlamı, düzeyi itibariyle büyük eserden daha değerlidir. Onun için de ben, heykeltraşlarımız, mimarlarımız bu konu üzerinde çalışsınlar isterim. Fakat bu işi ertelememek lâzım. Bu konuyla Elçin Efendiyev, İzzet Rustemov ve Fatma Hanım Abdullazade ciddi ilgilensinler. Sizin bir anıt yarışması yapabilmeniz için bu türden birkaç proje sunulması gerekir. Sonra biz de hangisini seçeceğimize bakarız. Benim bu konuda özel tavsiyem şu olurdu, anıt sadece trajediyi yansıtmasın, söylediğim üzere, bu olayı her yönüyle anlatsın. Ömer Eldarov burada mı?

Ömer Eldarov: Evet, buradayım.

Haydar Aliyev: Hatırlıyor musun, ben senin eskizine bakınca söyledim, sen de benim düşüncemi onayladın. Öyle mi?

Ömer Eldarov: Evet, öyle.

Haydar Aliyev: Ömer büyük bir heykeltraş. Onun sanatına büyük saygım var. Ben gördüm, küçük bir eskiz hazırlamıştı. Gerçekten de çok etkileyici idi. Fakat sadece trajediyi anlatıyor. Tekrar söylemek istemiyorum, ne de olsa her eserin insanları iyimserliğe davet etmesi gerekir. Biliyorsunuz, eskiden de, dinimizde de gözyaşı döktüğümüz çok durumlar olmuştur. Doğru, önceki yüzyıllarda da, şimdi de dinimize çok büyük saygımız var, din ahlakımızın kaynağıdır. Fakat dinimizde de çok fazla göz yaşı vardır. Trajediyi de, halkın kahramanlığını da, saldırıyı da göstermek gerekir. Ben büyük bir kompozisyon yapılsın demiyorum. Bunun için belki pek büyük bir ölçüde anıt gerekmeyebilir. Bırakın herkes kendisi düşünsün. Ben sadece kendi görüşümü söylüyorum. Fakat bize bu olayı, tarihimizin bu aşamasını tam yansıtan bir anıt gerekir.

İnanın, şimdi bizim büyük bir anıt yapma olanağımız yoktur. İleride belki olur. Fakat şimdi çok etkileyici, çok değerli bir sanat eseri, bu olayı her yönüyle yansıtan bir anıt yapmak gerekir. Dilerim, kısa sürede projeler hazırlanır ve demin bahsettiğim kişiler bu konuda belki özel toplantı yaparlar. Biz hemen inceleyip gerçekleştirmeye hazırız. Benim tavsiyem bu yönde.

Bugün burada bir grup aydınımızla görüşmenin benim için çok önemi olduğunu düşünüyorum. Zira işlerimiz şimdi çok yoğun. Onun için de bu tür görüşmeler pek sık yapılmaz. Fakat bunlar ne kadar fazla olursa, sizin için de bizim için de yararlı olur. Ben bu görüşmeden memnun kaldım. Hepinize sanat çalışmalarınızda başarılar dilerim ve umarım, aydınlarımız devlet düzenimizin korunması yolunda, bağımsızlık yolunda, topraklarımızın işgalden kurtarılması, toprak bütünlüğümüzün sağlanması uğruna Azerbaycan devletinin yaptığı çalışmalarda hep aktif yer alacak ve geçmişte, tarihin tüm aşamalarında olduğu gibi, toplumumuzun önde gelen isimleri olacaklar. Hepinize sağlık ve mutluluklar dilerim.

Kısa inceleme yazısı

KÜLTÜR

Genel tarihi bilgiler

KÜLTÜR

Bilgi notu

KÜLTÜR