Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev´in "Diyalog Avrasya" ‎dergisinin tanıtım toplantısında konuşması - 13 Haziran 2000‎


scotch egg
scotch egg
scotch egg
temp-thumb
temp-thumb
temp-thumb

Sayın Bayanlar ve Baylar!

Sayın konuklar!

Ben sizi bugün şu önemli olay - "Diyalog Avrasya" dergisinin tanıtımı dolayısıyla yürekten kutlarım. Bu dergiye yayın hayatında uzun ömür ve sonsuz başarılar dilerim.

Derginin tanıtım töreni için Türkiye'den Azerbaycan'a gelen saygıdeğer konuklarımız - yazarlar, gazeteciler, bilim adamları, aydınlar bugün bu salonda toplanmışlar. Ben sizin hepinizi içten ve yürekten selamlıyorum. Azerbaycan'a hoş geldiniz, sefa geldiniz!

Böyle bir derginin ortaya çıkması büyük ve çok önemli bir girişimdir. Buradaki konuşmalardan ben şunu anladım, bu düşünce uzun yıllar önce ortaya çıkmıştır ve bu dergiyi kuranlar bu düşünceyi içlerinde saklayarak onun hayaliyle yaşamışlar. Onların çalışmaları sonucu en nihayet böyle bir dergi gün ışığına çıkmıştır.

Ben bunu manidar bir olay olarak değerlendiriyorum. "Diyaloq Avrasya" dergisinin Avrupa ile Asya arasındaki ilişkilerin gelişmesine, Avrupa ve Asya'nın birbirine kaynaşmasına katkıda bulunacağına inanıyorum.

Son yıllarda dünyada çok büyük siyasi önem taşıyan süreçler yaşanıyor. Bunların temelini küreselleşme süreci oluşturmaktadır. Küreselleşme, öncelikle ekonomik ve ticari bir olgu olarak ortaya çıkmış olsa da, küreselleşme geniş bir kavramdır. Biz bunu böyle anlıyoruz, böyle kabul ediyoruz. Küreselleşme, ülkelerin, halkların, ulusların birbirine yakınlaşması, ilişkilerin geliştirilmesi gerektiğini ifade eder. Küreselleşme, dünyada kalıcı barışın, huzurun sağlanması, silahlı ihtilafların son bulması, ileride yaşanacak her hangi bir sorunun önüne geçilmesi, bundan böyle her hangi savaşa izin verilmemesi anlamına gelir. 20.yüzyılın sonunda İnsanlık, bu yüzyılda yaşadığı kabusları göz önüne alarak, bir yandan son bulmakta olan bu yüzyılın sunduğu bilimsel teknik gelişmeyi, öte yandan bu yüzyılın insanlığa, özellikle Avrupa ve Asya'ya yaşattığı tüm faciaları göz önünde bulundurarak artık şunun bilincine varmıştır ki, 21.yüzyılda tüm insanlık 20.yüzyılın başarılarından yararlanmalıdır. Fakat 20.yüzyılın trajedileri, savaşları, katliamları son bulmalı, 21. yüzyıla yansımamalıdır.

Biz Azerbaycan'da 21.yüzyılı işte bu duygularla, düşüncelerle karşılıyoruz ve böyle olmasını istiyoruz. Bu yüzden de biz bağımsız bir devlet olarak bu süreçte kendi yerimizi bulmaya çalışıyor, kendi katkılarımızı yapmak istiyoruz.

Tüm bunlar başka araçların yanı sıra, öncelikle, diyaloga bağlıdır. Diyalog, halkların, ulusların daha dürüst, daha düzgün, daha objektif anlatılması, yazılması için gereklidir. Diyalog, ülkelerin, halkların, ulusların birbiriyle işbirliği yapması ve bunun sonucunda dünyada barışın tesisi için gereklidir. Onun için de sizin "Diyalog Avrasya" derginiz dünyada küreselleşme hedefinin bir kısmını gerçekleştirebilir. Yani ona kendi katkısını yapabilir. Yeryüzünün doğusunun önemli bir bölümünü Avrupa-Asya oluşturmaktadır.

Tabii ki, İspanya da, Portekiz de Avrupa'ya, Japonya, Çin ise Asya'ya aittir. Bunun yanı sıra İndonezya ve Filippinler de - tüm bunlar Asya kıtasına bağlıdır. Bu kıta Yeryüzünde dünya nüfusunun en yoğun olduğu bir kıtadır. Dünya nüfusunun büyük çoğunluğu yeryüzünün bu bölümünde yaşıyor.

Dünyada yaşanan büyük süreçler, hem eski çağ, hem yeni çağ tarihi başlıca olarak bu kıtalarda ortaya çıkımıştır. Doğu'da, Avrupa'da - Batı Avrupa'da, Doğu Avrupa'da, Yakındoğu'da, Uzakdoğu'da en eski devletlerin, halkların, kültürlerin mevcut olduğunu söylemek mümkün. Bu yüzden de Avrupa-Asya diyalogu çok geniş bir kavramdır. O, bizim bugün gördüğümüz şu derginin ihtiva ettiği konulardan çok daha geniştr. Bu yüzden de "Avrasya diyalogu" ifadesinden ben bugün şunu anladım, siz Avrupa'nın ve Asya'nın belli bir bölümünü kastediyorsunuz. Muhtemelen bu da amaca uygundur. Zira dünyanın tümünü kucaklamak mümkün değildir. Dünyanın yarısını bile kucaklamak imkansız.

Eğer gerçekten sizin bu dergide - ben bugün ilk sayıyı artık inceledim - belirtilen ülkeler arasında diyalog sağlanacak olursa, bu bile başlı başına önemli bir gelişme teşkil edecektir. Genel olarak Avrasya coğrafyasında daha geniş anlamda bir diyalogun sağlanmasına katkıda bulunacaktır.

Ben anladığım kadarıyla, Türkiye aydınları, yazarları, gazetecileri ve Azerbaycan yazarları, aydınları, bilimadamları burada bu çalışmaya önayak olmuşlar. Bununla bilikte başka ülkelerin de bu dergide temsil edildiği analaşılıyor. Bu şunu gösteriyor, siz gerçekten belli bir çerçeveyi kapsıyorsunuz. Bu, çok sevinç verici bir durumdur. Bugün bunun özünü Türkiye ve Azerbaycan oluşturuyor. Özellikle şunun altını çizmek lazım, bu öncelikle Türkiye Cumhuriyeti'nin, bilimadamlarının, aydınlarının girişiminin sonucudur. Ben bizzat bunu takdir ediyorum.

Bir zamanlar Sovyetler Birliği'nin çökmesi, bu birlik üyesi cumhuriyetlerin bağımsızlığını kazanmasının ardından asıl Türkiye Cumhuriyeti ve rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ve Türkiye'nin dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleymen Demirel'in girişimi üzerine Türkçe konuşan Devletler Topluluğu kuruldu. Geçtiğimiz dönemde bu birlik pekçok işlere imza attı. Biliyorsunuz, topluluk üyesi ülkelerin cumhurbaşkanlarının son görüşmesi bu sene nisan ayında Azerbaycan'da yapıldı. Nisan ayında Azerbaycan'da Kitab-i Dede Korkut'un 1300.yıldönümünü hep birlikte kutladık. Bu etkinlikler birbiriyle bağlantılıdır.

Türkçe Konuşan Devletler Topluluğu, 1992 senesinde kurulduğu için bunun geçmişi çok kısadır. Fakat bizim birliğimiz, bizim tarihi köklerimiz çok eskilere dayanıyor. Bu kökler çok derinlere uzanıyor. Bu kökler "Kitab-i Dede Korkuttur". Ne var ki "Kitab-i Dede Korkut" da bunun bir aşamasıdır. Bizim halkarımızın geçmişi "Kitab-i Dede Korkutun" 1300 yıllık tarihi geçmişinden çok eskidir, çok daha uzundur. Ancak her halde "Kitab-i Dede Korkut" bizim halklarımızın en eski uygarlığa, edebiyata, dile sahip olduğunu tüm dünyaya gösterdi. Bizim halklarımızın kökü aynıdır. "Kitab-i Dede Korkutun" Türkçe konuşan ülkelerde aynı oranda tanınması da bir rastlantı değildir. Birisi ona "Kitab-i Dede Korkut" diyor, diğeri "babam Korkut" ,- herkes farklı şekilde söyler. Türkçe konuşan devletlere mensup her halk bunun kendisine ait olduğunu der. Bu da doğaldır. Bu, hem benim, hem hepimizindir. Çünkü her kişi bir şeyin kendisine ait olduğunun bilincine varmazsa, keza bunun kardeşine ait olduğunu anlayamaz. Bu yüzden de "Kitab-i Dede Korkut" hepimizindir, Türk dilini konuşan tüm devletlerin, Türk dilini konuşan tüm ulusların milli ve paha biçilmez bir zenginliğidir.

Fakat bu süreçlerin gelişmesinde Türkiye'nin rolünün altını ben yine de özellikle çiziyorum. Bu da doğaldır. Zira biz bağımsızlığımızı 8-9 yıl önce kazandık. Fakat Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında kurulmuştur. O, büyük Atatürk'ün önderliği altında ve onun iradesi sonucu kurulan bir devlettir. Fakat ondan önce Osmanlı İmparatorluğu'nun 700 senelik bir tarihi geçmişi vardır. Osmanlı İmparatorluğu'nun dünya tarihindeki rolü ve dünya kültürüne, dünya bilimine yaptığı katkı son derece büyüktür. Türkiye'nin o büyük tarihi geçmişi, hem 1923 yılında Osmanlı İmparatorluğu yıkıldığında büyük güç ortaya koyarak kendi topraklarını korudu, imparatorluğun kalıntıları üzerine cumhuriyet kurup halkın ulusal kalkınma yolunda ilerlemesini sağlaması ve şimdi dünyada büyük devletlerden biri olması bizim hepimiz için sağlam bir dayanak oluşturdu.

Bu yüzden de biz, yani bağımsızlığını yeni kazanmış halkların birliğinde Türkiye'nin girişimi, bu devletin yardımı, Türkiye'nin bu çalışmaya yönelik faaliyeti, tabii ki, öncelikli rol oynamıştır.

Sanırım, sizin derginiz bu sürecin daha da ilerlemesine yardım edecektr. Fakat bu, işin bir kısmıdır. Dergi daha geniş hedefler belirlemiştir. Onların da takdire değer olduğunu düşünüyorum.

Avrasya coğrafyası tarihsel ilişkiler bakımından büyük geçmişe sahiptir. Bu bakımdan bizim son yıllarda eski İpek yolunun restorasyonu ile ilgilenmemiz de asıl Avrasya diyalogunu, Avrasya Birliği'ni kurma amacını taşımaktadır. Eski İpek yolundan bahs ederken bazıları onu daha ziyade bir ticaret yolu olarak algılıyorlar. Ne var ki eski İpek yolu, belki de aslında ticaret amacıyla kurulmuş, bunun yanı sıra yolun güzergahında bulunan ülkelerin ve onların çevresindeki devletlerin, halkların kültürünün gelişmesi, birbiriyle ilişki kurararak kazanılan başarılardan her birinin yararlanması açısından çok büyük rol oynamıştır. Bu yüzden de şimdi biz eski İpek yolunu restore ettiğimizde ilk önce haberleşmenin sağlanması ve bu komünikasyon araçlarıyla ticari ilişkilerin kurulması amacını güdüyoruz. Zira bunlar çok önemlidir. Ekonomi, ticaret, mal mübadelesi herşeyin temelini oluşturur. Fakat bunlar ister istemez halkların kültürünün, biliminin birbiri ile daha da bütünleşmesi için büyük olanaklar sunacaktır. Bu nedenle biz son yıllarda büyük İpek yolunun restorasyonu, kurulması için başka devletlerle birlikte çok iş yaptık.

Biliyorsunuz, eylül 1998'de Bakü'de, işte bu salonda büyük İpek yolunun restorasyonu konulu uluslararası konferans düzenledik. 32 ülkenin temsilcileri ve 13 uluslararası kuruluşun temsilcileri bu konferansa katıldılar. 9 ülke heyetinin başkanlığını devlet başkanları- cumhurbaşkanları yapıyordu.

TRACECA programı eski İpek yolu ile aynı şeydir. Biz eski İpek yolunun ve Avrupa Birliği tarafından öne sürülmüş TRACECA programının gerçekleştirilmesi için geniş bir sözleşme imzaladık. Bu sözleşmenin, bu programın uygulanma merkezi de Azerbaycan, Bakü'dür. Onun daimi sekreteryası Azebaycan'da bulunuyor ve bu daimi sekreterya tüm bu çalışmaların yaşama geçirilmesi ile burada ilgilenecektir.

Siz kendi derginizde bu büyük İpek yolunun bir bölümünü kapsıyorsunuz. Böylece, belirlediğiniz amaçlara ulaşıyorsunuz, büyük işler yapıyorsunuz. Fakat bununla birlikte bu büyük programın, işte globalleşme süreci ile ilgili olan bu büyük programın yaşama geçirilmesi için çalışmalar yapıyorsunuz.

"Diyalog Avrasya" dergisinin birinci sayında birkaç ülke ve onların bazı örf-adetleri hakkında bilgiler bulunuyor. Beni çok sevindiren Nevruz Bayramı ile ilgili yazılar oldu. Neden? Çünkü Nevruz Bayramı ta eskilerden Azerbaycan halkının en sevimli bayramı olmuştur. Doğru, Soveyt iktidarı döneminde buna kısıtlama getirilmişti. Nitekim bu toplumsal anlam, nitelik taşıyan bir bayram şeklinde kutlanmıyordu. Fakat her Azerbaycanlı ailesi Nevruz Bayramını kutlardı ve bizim için bu bayramdan değerli bayram hiçbir zaman olmamıştır. Fakat ben sonralar şunu farkettim, bizim Türkçe konuşan diğer ülkelerde Nevruz Bayramı Azerbaycan'da olduğu gibi kutlanmıyor.

Bazılarında ise hiç kutlanmıyor. Örneğin, kardeşimiz Türkiye, Nevruz bayramını kutlamıyor. Hatırlıyorum, bir-iki sene önce buraya Türkiye'den misafirlerim gelmişti. Tesadüf sonucu onların ziyareti Nevruz bayramına denk geldi. Buradaki Nevruz bayramı etkinliklerine, toplu törenlere, her Azerinin bu bayrama ne kadar değer verdiğine tanık olanlar tüm bunları benim dostum, kardeşim Süleyman Demirel'e anlatmışlar, ardından o, şaşırmış ve : "Peki biz neden hala bu bayramı böyle kutlamıyoruz?" diye sormuş.

Türkiye'de de Nevruz bayramını kutlamaya başlamışlar. Fakat pek yaygın kutlanmaz. Ben bunu dostlarımıza açıkça söylemek istiyorum. Tabii ki, ben bu şekilde birilerini her hangi şeye zorlamak istemiyorum. Ne var ki bu, bizim tüm halklarımızın en eski bayramıdır.

Orta Asya ülkelerinde de Nevruz bayramı Azerbaycan'da olduğu gibi kutlanmazdı. Fakat şimdi sınırlar açılmış, birbirimizle ilişkiler genişlemiştir. Sovyet ideolojisinin kısıtlamaları üzerimizden kalkmiştir. Ben televizyon izlerken Özbekistan'da Nevruz bayramının çok geniş bir şekilde kutlandığını görüyorum. Orta Asya'nın diğer ülkelerinde de bazısında çok geniş, bazısında ise zayıf kutlanıyor.

Ben sizin dergide Türkmenistan'da Nevruz bayramının nasıl kutlandığı ile ilgili yazıyı gördüm. Sizin bu derginiz aracılığıyla halklar birbirlerinin eski örf ve adetlerini daha yakından tanıyacaklar, bilecekler. Fakat ayrılık nedeniyle önceleri biz bunları bilmiyorduk. Üstelik birlik ve beraberliği sağlayacak bu tür araçlar da önceleri yoktu. Şimdi ülkelerimiz arasında önceki ayrılık durumu yoktur, yani duvarlar kalkmıştır. Bununla birlikte siz şimdi böyle bir dergi aracılığıyla tüm bunları yayacaksınız. Tüm ülkelerde herkes Nevruz bayramının ne demek olduğunu bilecektir. Umarım, herkes Nevruz Bayramını Azerbaycan'da olduğu gibi kutlayacaktır.

Affınızı buyurun, fakat ben bugün şunu gururla söylüyorum, Nevruz bayramı hiçbir yerde Azerbaycan'da olduğu gibi kutlanmamıştır. Yani bizim halkımız bu gelenek ve göreneği korumuştur.

Şimdi dergideki bu yazıları görenler buna pek önem vermiyorlar. Ben derginin ne kadar büyük önem taşıdığını anladım. Fakat bu daha bir başlangıçtır, ilk adımdır. Tabii ki, siz bu çalışmayla büyük bir yol başlatmışsınız. Eğer siz bu yolda başarıyla ilerlerseniz, çok işler yaparsınız.

Ben bir konuya da açıklık getirmek istiyorum. Siz bu dergiyi sosyal, bilimsel, kültürel bir dergi olarak mı kurdunuz veyahut bunun bir takım siyasi özellikleri de mi var, bunu bilemem. Kendiniz için de bunu araştırmanız gerekir. Eğer siz pekçok konuya yer verirseniz, bence, bu bir takım zorluklar çıkarabilir. Zira ben dergiyi inceledim. Kırgızistan'daki siyasi partilerle ilgili yazı yayınlamışsınız. Yani bu, siyasi bir konudur. Ben hiçbir şeyi yargılamak istemiyorum. Bugün dergiye rastgele baktım. Derginin çıkmasından haberim bile yoktu. Ben bunu size dürüstçe itiraf ediyorum. Ben sadece soruyorum, gerçekten buna gerek olup olmadığını kendiniz belirleyin ve yapın. Şimdi hiçbir şeye bir kısıtlama yoktur, basın ögürlüğü, düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü var, herşey özgürdür. Eğer siyasi konular da işlenecek olursa, bu da olabilir.

Fakat hayır,- dergi daha ziyade bilimsel, kültürel, sosyal nitelik taşıyacaksa, o başka. Yine de söylüyorum,- ben sadece kendi düşüncemi söylüyorum, hiçbir öneride bulunmuyorum, bunu size sadece düşünmeniz için söylüyorum.

Siz burada bana ödül verdiniz. Fakat doğrusu bana böyle bir ödül vereceğinizi hiç düşünmemiştim. Eğer siz Türkçe Konuşan Devletler Topluluğunda, bilhassa Türkiye ile Azerbaycan arasında ilişkilerin geliştirilmesindeki hizmetlerime değer verdiyseniz, çok teşekkür ederim. Fakat bu konuda benim yaptığım iş, yaptığım siyaset devletimizin dış politikasının en öncelikli konusudur. Artık yedi senedir, ben Azerbaycan'ın cumhurbaşkanı, devlet başkanı olarak bu politikayı izliyorum. Üstelik, saygıdeğer dostumuz bu ödülün Milli Kurtuluş günü arifesinde sunulacağını bildirdi.

Bugün 13 Haziran. Gerçekten yedi sene önce haziran ayının 13'ünde ben burada iç savaşa engel olmak için uğraşıyordum. İşte bu tarihte ben iç savaşın yaşandığı Gence kentine gittim. Zor günlerdi, kardeş kanı dökülüyordu, insanlar birbirini öldürüyordu. Ateşin ortasına gittim ve Azerbaycan'ın zorlu günler yaşadığını görerek 15 haziranda her türlü sorumluluğu üstlenme kararı aldım ve beni Azerbaycan Parlamentosu - Milli Meclis başkanı seçtiler. İki gün sonra cumhurbaşkanımız ortadan kayboldu. Bu nedenle de ben o günden Azerbaycan Cumhurbaşkanı'nın yetkilerini üstlenmek zorunda kaldım.

O dönemden beri ben Azerbaycan'ın cumhurbaşkanıyım. O günden itibaren ben cumhurbaşkanı olarak Türkiye ile Azerbaycan arasında ilişkilerin geliştirilmesini ülkemizin dış politikasının temel, öncelikli çizgisi olarak benimsedim ve bunu kararlıkla uyguluyroum. Bu bir rastlantı değildir. Birincisi, bu, bizim tarihi kökenlerimizle, geçmişimizle ilişkilidir. İkincisi, 20.yüzyılda da Türkiye ile Azerbaycan arasında Türkiye'nin Azerbaycan'a büyük yardımlar yaptığı dönemler olmuştur.

Bizim tarihi köklerimiz, gelenek ve göreneklerimiz, aynı dili konuşmamız, yani aynı dil ailesine mensup olmamız, tüm diğer etkenler ve Türkiye'nin Azerbaycan'ı Kafkasya'daki en büyük dayanağı olarak görmesi ve Azerbaycan'a büyük destek vermesi nedeniyle ben bu politikayı izledim ve izliyorum.

Biliyorsunuz, Azerbaycan'ın en acılı sorunu 10-12 sene önce başlayan Ermenistan'ın Azerbaycan'a saldırısı, bunun sonucunda Azerbaycan topraklarının bir bölümünün işgal edilmesi, bu topraklardan bir milyon Azerbaycanlının zorla göçe tabi tutulmasıdır. O dönemden itibaren, yani daha Azerbaycan, Sovyetler Birliği sınırları içinde bulunduğu sıralarda Ermenistan'ın Azerbaycan'a saldırdığı dönemden bu yana Türkiye kamuoyu, Türk halkı ve devleti Azerbaycan'ın bu zor durumunda ülkemize destek olmuş ve Azerbaycan'ın haklı davasını savumuş, bizim yanımızda olmuştur. Bu alanda Azerbaycan ile bu tür ilişkiler kuran ikinci bir devlet yoktur. Tabii ki, bu da bir rastlantı değildir, yani halklarımız arasında yüzyıllar boyunca kurulmuş ilşkilerin bir sonucudur. Bu yalnız ülke liderlerinin, devletlerin ve hükümetlerin iradesi değildir. Bu, halklarımızın iradesidir. Halkların iradesi de devletlerin, hükümetlerin iradesine yansımaktadır.

Azerbaycan'ın bağımsızlığını kazanmasının ardından geçen yıllarda biz Türkiye ile ilişkilerimizde önemli başarılar elde ettik.

Sovyet iktidarı döneminde bizim insanlarımız Türkiye özlemi ile yaşıyorlardı. Türkiye'de de Azerbaycan'a başka yerlere oranla daha çok ilgi gösteriyorlardı. Büyük Mustafa Kemal Atatürk'ün: "Azerbaycan'ın kederi bizim kederimiz, Azerbaycan'ın sevinci bizim sevincimizdir" şeklindeki sözleri rastlantı değildir. Bu sözler hem Türkiye Cumhurbaşkanı tarafından, hem benim tarafımdan defalarca tekrarlanmıştır. Ancak işte bu sözler, daha o dönemde - ki bu kelimeler 1930 yılında söylenmiştir, - Türkiye'nin Azerbaycan'ı düşündüğünü, ülkemiz ve halkımızı düşündüğünü gösteriyor. Demek ki, bizim halklarımız hep bu özlemle yaşadılar ve sonunda birbirine kavuştular.

Türkiye Cumhuriyeti, 1923 yılından günümüze değin büyük mesafe almış ve önemli başarılar kazanmıştır. Ben Türkiye Cumhuriyeti'nin 75. kuruluş yıldönümü törenine katılmaktan sonsuz gurur duydum. Bu cumhuriyetin kurulması, gelişmesi ve bugün dünyanın büyük devletlerinden biri olması halkın iradesidir, halkın unutulmaz lideri Mustafa Kemal Atatürk'ün hizmetleridir. Bu nedenle de Türkiye'de olduğu gibi, Azerbaycan'da da Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasına ve Mustafa Kemal Atatürk'ün hizmetlerine çok değer veriyorlar.

Burada belirtildiği üzere, geçen sene bana Atatürk Uluslararası Barış ödülü verildi ve ben bundan çok memnun oldum.

Mustafa Kemal Atatürk söylemiştir: "Yurtta sulh, cihanda sülh". O, işte bu sözleri esas alarak mücadele veriyordu. Onun ismini taşıyan bir ödülün bana verilmesi, tabii ki, Azerbaycan- Türkiye, Türkiye-Azerbaycan dostluğuna, kardeşliğine biçilen büyük değerdir. Burada benim de hizmeterim anlatıldıysa, ben bundan şeref duyarım.

Ancak yine sizin derginin içeriğine dönmek istiyorum. Derginiz yalnız Türk dilini konuşan devletleri, Türkiye'yi ve Azerbaycan'ı değil, geniş bir alanı kapsamaktadır. Dilerim, derginiz öngördüğünüz şu ülkeler arasında görüş alışverişini, tarihi geçmişi ve bugünü gerçekten iyi anlatacaktır. Tüm bunlar bizim bu coğrafyada halkları birbirine daha da yaklaştıracak, bağlayacak, barışa, huzura hizmet edecektir.

Düşünüyorum ki, dergi ileride sadece Türkçe ve Rusça değil, başka dillerde de yayınlanacaktır.

Ben anlıyorum, Rusça, Türk dilini konuşan devletler ve başka devletler için öyle bir dildir ki, biz bunu biliyoruz. Onun için de dergi Rusça ve Türkçe yayınlanıyor. Fakat ileride her halkın kendi dilinde çıkarsa, bu, daha iyi olur. Bilemem, belki siz de bu konuyu düşünseniz diyorum: eğer benim bu düşüncem sizin için yararlı olursa, kabul edersiniz, yararlı olmazsa - etmezsiniz.

Kısacası, doğrusu, bugün sabah bana böyle bir törene davet edildiğimi söylediklerinde çok tereddüt ettim - gider miyim, gidemez miyim-üstelik işlerim de çok: oraya niye gideyim, bu dergi de ne? Bu yüzden de dergiyi alıp biraz sayfalarını karıştırmak zorunda kaldım. Fakat şimdi görüyorum, gerçekten de sizin davetiniz sadece sizin için değil, benim için de faydalıymış. Zira gelip hem sizi görüdm, hem bu vesileyle bazı görüşlermi size aktardım.

Size bu yolda birkez daha başarılar, herkese esenlikler, mutluluklar dilerim. Teşekkür ederim.

Çeviri 14 Haziran 2000 tarihli AZERBAYCAN Gazetesinden yapılmıştır.

Kısa inceleme yazısı

DIŞ POLİTİKA

Genel tarihi bilgiler

Azerbaycan-Türkiye ilişkileri

Bilgi notu

Azerbaycan - Türk Dünyası