Sayın Ulusal Parlamento!
Sayın Milletvekilleri, Bayanlar ve Baylar!
Ben sizi, Azerbaycan`ın Ulusal Parlamento`sunu, yeni seçilmiş Ulusal Parlamento`yu içtenlikle selamlıyorum ve önümüzdeki beş yıl içinde yapacağınız çalışmalarda size başarılar diliyorum!
Bu Ulusal Parlamento Azerbaycan`ın bağımsızlığını kazanmasından sonra ikinci kez seçilen Ulusal Parlamento`dur. 1995 yılında seçilmiş Ulusal Parlamento Azerbaycan`ın bağımsızlığının pekiştirilmesi için, demokratik, laik hukuk devletinin kurulması sürecinin gelişmesi için, sosyo-ekonomik, siyasal, hukuksal reformlarının uygulanması için çok iş yapmıştır ve yapılan çalışmaların başlıca unsuru ise kabul edilmiş olan yasalardır. Tüm cesaretimle diyebilirim ki, geçen beş yıl içinde Azerbaycan`ın Ulusal Parlamentosu çok verimli bir çalışma yapmış, çok büyük önem arz eden ve çok kapsamlı bir yapıya sahip yasalar kabul etmiştir. Bu yasalar Azerbaycan`da bağımsız devletin gelişmesi, ekonomik reformların uygulanması açısından, hukukun üstünlüğünün sağlanması, hukuk devletinin kurulması açısından çok önemli olmuştur. Aynı zamanda Ulusal Parlamento Azerbaycan devletinin dış politikasının uygulanmasında da parlamentolar arası ilişkilerin aracılığıyla, başka yöntemlerle bizim ortak çalışmamıza kendi katkısını yapmıştır. Bu yüzden de biz bağımsızlık kazandıktan sonra Azerbaycan`ın ilk Anayasasının temelinde seçilen Ulusal Parlamento`nun, önceki Ulusal Parlamento`nun faaliyetini bugün memnunluk duygusuyla, layık olduğu üzere değerlendirmeliyiz.
İkinci kez seçilen Ulusal Parlamento, düşünüyorum ki, kendi yapısı itibariyle, düzeyi itibariyle daha üstün niteliklidir. Tam eminim, çalışmalarına yeni başlayan Ulusal Parlamento önceki döneme oranla daha verimli çalışacak ve kazanılan birikimi etkin bir şekilde değerlendirecektir. Böylece, o, yüksek yasama organı olarak Azerbaycan`da bağımsızlığın daha da pekiştirilmesi için ve bağımsız devletin önünde duran hedeflerin yaşama geçirilmesi için kendi üzerine düşen görevleri yerine getirecektir. Ben sizinle ilk kez bir araya gelerek Ulusal Parlamento`ya milletvekili seçilmeniz vesilesiyle sizi kutluyorum ve yeni Ulusal Parlamento`ya bir kez daha başarılar diliyorum.
Bugünkü oturumda ele alınacak konu tam bir tartışma niteliği taşımamaktdır. Bu konu benim girişimim üzerine görüşülmek üzere Ulusal Parlamento`nun müzakeresine sunuluyor. Soruyorlar: Neden bu konu şimdiye kadar Ulusal Parlamento`da görüşülmüyordu da şimdi görüşülüyor. İşte anlatıyorum.
Birincisi, şu nedenden dolayı, son yıllarda Ulusal Parlamento`da, özellikle muhalefet cephesinde Azerbaycan`ın yaşamının, bağımsız devletimizin en zorlu, en acılı ve bizim gelişmemize engel olan en büyük sorununun - Ermenistan - Azerbaycan anlaşmazlığının çözümü, Azerbaycan`ın işgal edilmiş topraklarının kurtarılması ve yerinden, yurdundan zorla göç ettirilmiş insanların kendi topraklarına geri dönmesi konusu Ulusal Parlamento`da görüşülsün diye defalarca kez öneriler ileri sürülmüş, istekler dile getirilmiştir. Kimileri hatta Ulusal Parlamento`da bunun için bir komisyon oluşturulması ve komisyonun ilgilenmesi yönünde önerilerde bulunmuşlar. FakatAzerbaycan`ın cumhurbaşkanı olarak ben bu önerileri pek makul bulmadım. Onun için de ben geçtiğimiz yıllarda kendi üzerime düşen görevleri, tabii ki, yalnız başına değil, tüm iktidar makamları ile beraber, ilgili yürütme organları ile ve Ulusal Parlamento yöneticileri ile beraber çözmeye çalıştım.
Dışişleri Bakanı Vilayet Kuliyev şu dönemin temel konuları hakkında bilgi verdi. Sizin bu sorunun müzakeresine katılmanız için, yahut daha net söylersek, bugünkü durum hakkında doğru değerlendirme yapmanız için ve sizin, yalnızca sizin değil, bütün Azerbaycan kamuoyunun, Azerbaycan`ın bütün siyasal güçlerinin, aynı zamanda tüm muhalefet güçlerinin çabalarını bir araya getirmesi için bugün bu konu Ulusal Parlamento`nun gündemine getirilmiştir. Sadece Ulusal Parlamento değil, biz şöyle bir karar aldık, Azerbaycan kamuoyu, vatandaşları bu konuyu iyice anlasınlar diye tüm oturum şimdi baştan sona kaydedilecek ve televizyonda yayımlanacaktır.
Amacım şudur ki, şimdiye kadar sorunun çözümlenmesi için ne gibi çalışmalar yapılmıştır, ne gibi sonuçlar sağlanmıştır ve en esası ne yapmak gerek, işte bunları siz de bilin ve Azerbaycan kamuoyu da bilsin. Bu ihtilafın tarihi eskilere dayanıyor. 1988 yılında Ermeniler, yani Ermenistan ve Dağlık Karabağ`da bulunan Ermeniler ilk defa Dağlık Karabağ`ın Azerbaycan`dan koparılması ve Ermenistan`a bağlanması için çok ciddi, sert eylemlere giriştiler ve bu eylemlerini hemen hemen başarıyla gerçekleştirdiler.
"Miatsum" kelimesi şimdi unutulmuştur. Bir Ermeni kelimesidir. Fakat o dönemde Ermenistan`da oturan her Ermeninin, Dağlık Karabağ`da ikamet eden her Ermeninin, yahut dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan her Ermeninin dilinde günde birkaç defa tekrarlanan bir kelimedir.
Ben uzun bir süredir bu konularda bilgi edindiğim için ve bizzat Azerbaycan`ın yönetimini üstlendiğim dönemde Dağlık Karabağ Otonom İli`nin sorunları ile yakından ilgilendiğim için, genel olarak bu sorunun tarihçesini de iyi biliyorum ve zorluklarını da biliyorum. Ermenilerin bu toprak istekleri yeni birşey değil. Biliyorsunuz, önceleri Azerbaycan da, Ermenistan da, genel olarak tüm Kafkasya da Rusya`nın sınırları içinde bulunduğu sırada hiçbir cumhuriyet yoktu ve cumhuriyetler arasında hiçbir sınır yoktu.
Çarlık Rusyası 1804-1813 yılları ve 1826-1828 yılları arasındaki savaşlardan sonra Kuzey Azerbaycan`da egemen olduğu dönemden itibaren egemenliğini her geçen yıl giderek güçlendirmiş ve nihayet, kendi yönetim düzenini uygulamıştır. Yani uzun yıllar Romanovlar sülalesi tarafından uygulanan yönetim düzenini uygulamıştır ve artık o dönemde Rusya`nın bu bölümü de vilayetlere, ilçelere ayrılmıştır. Vilayetleri, ilçeleri, tüm iktidar makamlarını da Çarlık hükümetinin temsilcileri yönetiyorlardı. Yani sınırlar yoktu. Herhangi bir bölgede oturan birisi orada da yaşamını sürdürmüştür.
Fakat bunun yanı sıra bizim kendi tarihimiz de bulunmaktadır. Azerbaycan`ın hangi bölgeyi kapladığını biliyoruz. Bunu iyi biliyoruz. Hepimiz biliyoruz ve tüm bunları, tarihimizi hatırlayarak iç acısıyla söylüyoruz ki, Azerbaycan şimdikinden bir hayli büyük, geniş olmuştur. Fakat tarihin belirli aşamalarında bu bölgenin bir bölümü Ermenilerin eline geçmiştir- bir kere, iki kere, üç kere.
1918 yılında Azerbaycan`da ilk defa demokratik cumhuriyet kurulmuştur. İşte demokratik cumhuriyet kurulduğu esnada da Dağlık Karabağ ilinde savaş yapılıyordu. Daha sonra demokratik cumhuriyet çok geçmeden çöktü ve Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu. 1922 yılında SSCB kuruldu. Azerbaycan da SSCB`nin kurucularından biriydi. O sırada sınırlar belirleniyordu. Bugün eski dönemleri anarak biz tam gerçeğe dayanarak söyleyebiliriz ki, Azerbaycan o yıllarda da saldırıya uğramıştır. Azerbaycan topraklarının bir bölümü Ermenistan`a verilmiş, sınırlar düzgün bir biçimde belirlenmemiştir. 1923 yılında Dağlık Karabağ Otonom İli kurulmuştur. Onun da tarihçesi bilinmektedir. Ermeniler zannediyorlar ki, o dönemde burada Ermenilere karşı haksızlık yapılmıştır. Fakat biz ise düşündük ve bugün de düşünüyoruz ki, Azerbaycan`a yönelik tecavüz olmuştur. Zira sırf nüfusunun bir bölümü Ermeni ulusu olduğu için Dağlık Karabağ`da otonom ilin kurulması Azerbaycan`ın sınırları içinde herhangi bir bölgeye otonomi verilmesi ve otonomi ilkelerinin temelinde ona hakların tanınması demekti.
Bunun ardından Ermenistan ve söyleyebilirim ki, en çok Ermenistan`ın milliyetçi çevreleri, aydınları, hepsi değil de aşırı milliyetçi aydınları, Taşnak Partisi - ki bildiğiniz üzere önceki yüzyılın sonunda ortaya çıkmıştır, farklı ülkelerde faaliyette bulunmuş ve bugün de bulunmaktadır,- bütün bu güçler SSCB devletinin var olduğu bir dönemde kimi zaman Dağlık Karabağ`ın Azerbaycan`dan kopartılarak Ermensitan`a verilmesi konusunu ortaya atmışlar.
Ben bu çalışmaları faaliyetim nedeniyle iyi biliyorum, dedim. Bu konuyu 50`li, 60`lı yıllarda ortaya atmışlar. Ben o dönemlerde görevde bulunduğum alan gereği bunları iyi biliyorum. Nitekim, 1969 yılından Azerbaycan`ın başkanlığını yapmış biriyim. O dönemde de bu konular gündeme getirilmişti. 1977 yılında SSCB Anayasası kabul edildiği esnada Anayasayı hazırlamak için komisyon oluşturuldu. Komisyonun başkanlığını o dönemin Komunist Partisi Genel Sekreteri Brejnev yapıyordu ve cumhuriyetlerin temsilcilerinin yanı sıra ben de bu komisyonun üyesi oldum.
Komisyon tasarıyı hazırladığı dönemde, yaklaşık bir sene içinde Dağlık Karabağ`ın kopartılarak Ermenistan`a verilmesi gerektiği yönünde pek çok öneriler aldı. Hatta sorunun komisyonda görüşülmesi için bir-iki defa girişimler oldu.
Beni doğru anlayın, ben olanları söylüyorum. O zaman ben bunların önüne geçtim. Ama önüne geçmek de zor oldu. Fakat önledim. İradem sayesinde ve Azerbaycan halkının ulusal çıkarlarını canımla, kanımla savunarak önledim. Ancak bununla birlikte, Dağlık Karabağ`da durumu hep gerginliğe sürüklemişler. Bu yüzden de ben Azerbaycan`ın yönetimini üstlendiğim sırada,- bunu açıkça itiraf etmek gerek,- biz Dağlık Karabağ`a ekonomik yönden daha uygun koşullar sağlıyorduk, onların ekonomisinin gelişmesine öncelik veriyorduk. Çünkü sürekli olarak bir konu öne çıkıyordu, güya Dağlık Karabağ`a Azerbaycan`da baskı yapıyorlar ve Ermeniler Dağlık Karabağ`da gelişemiyorlar. Azerbaycan`ın toprak bütünlüğünü korumak, tüm bölgelerini korumak için biz o dönemlerde, tekrar altını çiziyorum, Dağlık Karabağ`a daha fazla özen gösteriyorduk. Doğru, sonra bazı amatör kişiler bunu neden yapıyordum diye beni suçluyorlardı. Ben bugün de söylüyorum, yapıyordum. Şu nedenden dolayı yapıyordum, birincisi, Dağlık Karabağ`da Azerilerin de iskan edilmesi gerekiyordu, ikincisi, Dağlık Karabağ`da Ermenilere bu konuları gündeme getirmelerine fırsat vermeyecektik.
Sonra konu tersine döndü. Bu anlaşmazlık başladıktan sonra basında, SSCB basınında beni yine de suçladılar ki, Azerbaycan`ın başında bulunduğum sırada güya Ermenilere baskı yapmışım, orada bulunan demografik yapıyı değiştirmişim, Ermenilerin orayı terk etmeleri için bir takım önlemler almışım ve Ermeni nüfusu Dağlık Karabağ`da giderek azalmıştır. Bunu Ermeniler söylüyorlardı ve hatta o dönemlerde bu konular SSCB Yüksek Sovyeti`nin oturumunda görüşüldüğünde onların temsilcileri, hatta Ermenistan Bilimler Akademisi Başkanı Abarsumyan,- ki biz bir zamanlar onu Azerbaycan Bilimler Akademisi`nin onursal üyeliğine seçmiştik, bunun yanı sıra dostluk ilişkilerini pekiştirmek için Gürcistan Bilimler Akademisi`nin üyesi seçilmişti,- benim ismimden söz etmişti. Şu kelimeler şimdiye kadar aklımda, Haydar Aliyev sürekli olarak Dağlık Karabağ`ı, Azerbaycan`ı Ermenilerden arındırmaya çalışmıştır. Ben buna şaşırmadım, fakat şuna şaşırdım ki, o sırada Azerbaycan`da birçok kimseler yine Aliyev`i suçluyor ve aynı sözleri onaylıyorlardı: evet, Haydar Aliyev Dağlık Karabağ`a karşı kötü bir tutum sergiliyor. Bu nedenle şimdi Ermeniler Dağlık Karabağ`ı Ermenistan`a bağlamak istiyorlar.
Benim bunları size anlatmakta amacım sizin bunun yeni bir sorun olmadığını bilmenizdir. Ermenistan tarafı bunun üzerinde çalışıyordu. Şu gerçeği de gözden kaçırmamak lazım, ben Moskova`da tüm işlerden uzaklaştırıldıktan 25 gün sonra bu süreç daha yoğun bir şekilde ilerlemeye başladı. Bunun üzerine bir ay sonra Dağlık Karabağ`da bulunan Ermenilerin hepsi ayaklandılar ve Dağlık Karabağ`ın Ermenistan`a bağlanması yönünde karar aldılar. Daha sonra bu trajediler başladı, bunun sonucu da işte ortada.
Ben düşünüyorum ki, bugün biz buraya, suçluyu aramak, kim suçlu, kim suçsuz, topraklar neden işgal edilmiştir - bunları konuşmak için toplanmadık. Bu konuları bir tarafa bırakın diye bir ricada bulunmak isterim. Sadece bir konuda görüşümü aktarmak isterim.
Neden böyle oldu? Azerbaycan halkı Ermenilerden daha güçsüzdür diye değil. Hayır. Bizim yüzlerce yıllık geçmişe dayanan tarihimiz Azerbaycan halkının neler yapabileceğini gösteriyor. Birincisi, şu nedenle, Ermeniler, Ermenistan bu konuda uzun süre hazırlıklar yapmıştır. Ama Azerbaycan`da bu konu unutulmuştu. İşte o yıllar unutulmuştu. İkincisi, bu anlaşmazlık çıktığı dönemde, yani Ermenistan`ın toprak talepleri ortaya çıktıktan sonra Ermeniler hepsi - hem Ermenistan`da, hem de dünyanın dört bir yanında yaşayan Ermeniler tüm iç çekişmeleri, ilişkileri unuttular, hepsi bir birlik içinde örgütlendiler. Hepsi "miatsum" düşüncesi çevresinde toplandı. Ve güçlerini bir araya getirip bizim bugünlere gelmemize neden oldular. Onlardan farklı olarak, Azerbaycan`da bu olay başladığı sırada halkımız birleşemedi, halkın başında bulunan kişiler sebatsızlık gösterdiler ve artık bir-iki yıl sonra Dağlık Karabağ konusu unutuldu, Azerbaycan`da iç çekişmeler, uyuşmazlıklar, iktidar mücadelesi başlandı. Nitekim böyle bir ortamda Ermeniler kolaylıkla Azerbaycan topraklarını işgal ettiler.
Tekrar söylüyorum ve rica ediyorum, bugün şu oturumda biz bu konulara değinmeyelim. Bu daha sonraki iştir - eğer gerekirse tabi. Benim bugün buraya gelmemin nedeni ve Meclis`e hitabımın, şu girişimimin amacı şu ki, hem Ulusal Parlamento, hem kamuoyu, hem halk oluşan durumu bilsin. Fakat sadece bilmekle kalmasınlar. Haydi gelin hepimiz beraber bulunduğumuz şu acılı durumu düşünelim. Sadece düşünmeyelim, hem de işbirliği yapalım, biz bu durumdan nasıl kurtulabiliriz. Lütfen burada konuşma yapan kişiler ne tarihe değinsinler, ne bir kimseyi suçlasınlar, suçlu veya suçsuz olup olmadıklarını anlatsınlar. Bugün tüm bunlara gerek yok. Bunların hiçbirisine gerek yok. Önümüzde duran görevi nasıl yerine getireceğiz, bugün bize işte bu gerekiyor.
Biz şimdiye kadar ne yapmışız? Bunları dışişleri bakanı anlattı. Ben de birkaç kelime söyleyeceğim. Fakat şimdiki durumda ne yapmalıyız? Zira Azerbaycan topraklarının yüzde 20`si işgal edilmiştir- önce Dağlık Karabağ, ardından Dağlık Karabağ`ın çevresinde bulunan yedi rayon(red-idari bölge). İşgal altındaki topraklardan - ki Ermenistan`dan sınırdışı edilenleri de hesaba katarsak, - bizim bir milyon mültecimiz bulunmaktadır. Özellikle işgal edilmiş topraklardan kovulmuş olan kişiler bir-iki sene değil, yedi-sekiz senedir çadırlarda zor koşullar altında yaşamlarını sürdürüyorlar.
1994 yılında biz savaşı durdurduk. Kimileri bu konuda farklı düşünceler söylüyorlar. Ben bugün birkez daha söylüyorum ki, 1994 yılı Mayıs ayında ateşin durdurulması çok önemli bir çalışmaydı ve biz tam bilinçli olarak bunu yaptık. Sorunun çözümlenmemiş olmasına rağmen geçen dönem de şunu gösteriyor ki, bu önlemin alınması gerekti. Ne yazık ki, şimdi çoğu kimseler savaşı unutmuşlar, sakin yaşam sürüyorlar. Ve maalesef, savaş sırasında nasıldı işte bunu unutmuşlar. İnsanlar rahat yaşıyorlar, ekonomimiz gelişiyor, yabancı yatırımlar geliyor, devlet yapılanması süreci uygulanıyor, bağımsızlığımız güçleniyor, Azerbaycan cesur bir dış politika izliyor. Bunların hepsini savaş ortamında yaşama geçirmek mümkün değildi.
Biz savaşı durdurduğumuzda ateşkes döneminde sorunun barış yoluyla çözümünü sağlayacağımızı umuyorduk. Fakat belki birçok kimseler bilmiyordur. Biz o günlerde bir tehlikeyi atlattık. O dönermlerde bu konuda esas olarak Rusya aracılık yapıyordu. Gerçi Minsk Grubu da vardı. Fakat Rusya insiyatifi ele almıştı. Savaşın durdurulmasına ilişkin sözleşme imzalandı ve Rusya Savunma Bakanı hemen şu istekte bulundu, Ermenistan`ın ve Azerbaycan`ın savunma bakanları Moskova`ya gelsinler, bundan sonra toprakları nasıl kurtaracağız, bunu görüşelim. Buna inandık. Savunma bakanımzı oraya yolladık. O zaman Mamedov soyadlı bir savunma bakanımız vardı. Maalesef o dönemlerde savunma bakanlarından birkaçı aşağılık insanlardı. Fakat ertesi gün neler oldu? O zaman Minsk Grubu eşbaşkanı yoktu, başkanı vardı. İsveçli Jan Eliasson başkandı. O, Ermenistan`ı ziyaret etmişti, sonra buraya gelmişti. O da ateşkesin sağlanması için temaslarda bulunuyordu. Ben onunla bir görüşme yapıyordum. Aniden bana, Moskova televizyonunda şöyle bir haberin yayımlandığını söylediler, Graçov büyük bir toplantı yapıyor ve Azerbaycan`da neler yapmak lazım diye önlemler alıyor. Ben hemen endişeye kapıldım. Moskova`da bulunan savunma bakanımızı aradım. Ne ortaya çıktı? Şu ortaya çıktı, buradan Rasul Kuliyev`in rızasıyla, bizim Moskova büyükelçisinn katılımıyla orada ateşkesin sağlanması için Rusya`nın kendi ayrık birliklerini bölgeye yollaması ile ilgili bir görüşme yapılıyor. Hasan Hasanov şu an burada mı?
Hasan Hasanov(eski dışişleri bakanı): Evet, Sayın Cumhurbaşkanı.
Haydar Aliyev: Hatırlıyor musun?
Hasan Hasanov: Evet çok iyi hatırlıyorum.
Haydar Aliyev: Gece sabahlara kadar kaç saat aradık.
Hasan Hasanov: Onu ancak sabah saat 7`de bulduk.
Haydar Aliyev: Ben onu saat 7`de acele uçağa binmesi, buraya gelmesi için uyardım. Hatırlıyor musun?
Hasan Hasanov: O bir süre saklandı. Hatta iki saat onu bulamadık, geç geldi.
Haydar Aliyev: Evet. Saklandı, bize ihanet etti. Bununla da bitmedi.
Üç gün sonra Rusya Savunma Bakanlığı generallerinden oluşan kalabalık bir heyet tasarılarla birlikte Azerbaycan`a geldiler, Ermenistan birliklerinin buradan çekilmeleri için neyi nerede konuşlandıracağız ve size yardım edeceğiz diye. Ben onları dinledim, insiyatifiniz için teşekkür ederim dedim. Fakat bizim buna ihtiyacımız yok. Çok çaba gösterdiler, belki biz gidelim, daha sonra siz yine düşünün. Hayır dedim. Lütfen, siz kendi ülkenize geri dönün. O sırada biz işte böyle bir tehlikeyi atlattık.
Fakat bir olumlu hususu da kaydetmek gerek, biz hiçbir ayırıcı güç olmaksızın 6 seneyi aşkın bir süredir, Ermenistan`la Azerbaycan arasında ateşkesi sürdürebilmişiz. Bu sadece bizim hizmetimiz değil, muhtemelen, Ermenistan tarafının da bu konuda, ateşkesin sürdürülmesi ile ilgili olumlu yaklaşımını itiraf etmeliyiz. Tekrar söylüyorum, sonraki görüşmeler bize istenen sonucu vermemiştir. Fakat daha kapsamlı bir bilginiz olsun diye birkaç kelime barış görüşmeleri süreci hakkında aktarmak istiyorum.
1992 yılında AGİT Minsk Grubu oluşturulmuştur ve Birleşmiş Milletler bu sorunu AGİT`in gözetimine vermiştir. AGİT ise Minsk Grubu ve Minsk Konferansı oluşturmuştur. Minsk Grubu`na 12 ülke üyedir. Fakat Minsk Grubu`nun başkanları vardı. Örneğin ben 1993 yılında burada göreve başladığımda İtalya, İtalya Dışişler Bakan Yardımcısı Rafaelli başkanlık yapıyordu. Daha sonra - 1994 yılında İsveç, İsveç Dışişleri Bakanı Jan Eliasson başkanlık yapıyordu. 1994 yılından sonra biz durumu değiştirdik. Fakat o esnada, buna pararlel olarak, henüz savaş sürerken Rusya Dışişleri Bakanlığı`nın temsilcisi, şu ünlü şahıs Kazimirov bu sorunun çözüme kavuşmasi için bu işte hayli uğraştı. Ayda bir defa bölgeye gelirdi. Bizim temsilcilerimizi Moskova`ya davet ediyordu. O dönemlerde Tofik Zülfikarov dışişleri bakan yardımcılığını yapıyordu ve bu konular üzerine bilirkişi olarak çalışıyordu. O gidip orada görüşmelere katılıyordu. Dağlık Karabağ`dan ise şu bölgenin "dışişleri bakanı" Gukasyan`ı davet ediyorlardı. Biz de buradan Dağlık Karabağ`da Azeri toplumunun başkanı Behmenov`u yolluyorduk. Çalışma işte böyle paralel bir şekilde ilerliyordu. Fakat benim gözlemlediğim dönemlerde Minsk Grubu`nun başkanlığını İtalya, daha sonra İsveç yapıyordu. Nihayet, 1994 yılında AGİT`in Budapeşte Zirvesi`nde biz durumu değiştirdik. Yani biraz meşrulaştırdık.
Ben açıkça söyleyeyim, orada da Amerika Birleşik Devletleri ile Rusya arasında başka bir konu üzerine görüşme yapıldı. Hasanov onu da biliyor. Belki bunu Azimov da biliyordur. O da orada bulunuyordu. Tofik Zülfikarov da biliyor. Orada Christopher Rusya Dışişeri Bakanı ile görüşme yaptı ve kendi sorunlarını çözmek için Rusya ve Finlanda`nın Minsk Grubu eşbaşkanlığını yapmasını onayladılar. Bu süreç 1996 yılı Aralık ayına kadar sürdü.
1996 yılı Aralık ayında Lizbon Zirvesi`nde belli bir ilerleme görüldü. O döneme kadar hiçbir şey yapmak mümkün olmadı. Fakat Aralık 1994`te Budapeşte`de biz birincisi, Minsk Grubu`nun başkanlık konusunu netleştirdik, ikincisi de, orada ilk defa şöyle bir karar alındı: AGİT barış güçleri oluşturulsun ve anlaşma sağlanırsa, buraya, bizim bölgede herhangi bir ülkenin değil de, AGİT barış güçleri konuşlansın. Biz barış güçlerinin bu bölgede çıkar gütmeyen farklı ülkelerin temsilcilerinden oluşacağını öngörüyorduk. Bu da çok önemli bir karardı. Biz bunu sağlamayı başardık.
Lizbon Zirvesi`nde biz ciddi bir ilerleme sağlamayı başardık denilebilir. Yani neyi - bunu biliyorsunuzdur. İlk kez şunlar yazılı olarak belirtildi: Azerbaycan`ın ve Ermenistan`ın toprak bütünlüğü tanınsın. Dağlık Karabağ`a Azerbaycan`ın içinde en geniş kendini yönetim statüsü tanınsın ve Dağlık Karabağ`ın nüfusunun - hem Ermeni, hem de Azeri nüfusunun güvenliği güvence altına alınsın.
Artık burada raporda da belirtildi. Ben size herşeyi açıkça söylemeliyim. Bu, bizim açımızdan pek uygun değildi, ama biz birazcık da olsa gelişme kaydetmek istiyorduk. Bu nedenle de biz bunu ileriye doğru büyük bir adım olarak değerlendirdik. Bu taslak önce Finlanda`da, daha sonra Viyana`da hazırlanmıştı ve Lizbon`a götürülmüştü. Lizbon`da Ermenistan bu projeye tamamen karşı çıktı. Biz orada ne kadar çalıştık- ki bunu defalarca anlattık. Ermenistan karşı çıktı. Orada da şöyle bir kural söz konusu, oybirliği olması gerekiyor. Oybirliği sağlanamadı.
Ben bunu anlatmışımdır, biliyorsunuz. Mecbur kaldım, belki diplomasi tarihinde ender bir durumdur, fakat ben böyle bir adım attım. Ben Lizbon Zirvesi`nin tüm kararına onay vermedim. Böyle olunca, eğer bir ülke kararı onaylamıyor ise, Lizbon Zirvesi karar alamazdı. Bunu neden yaptım? Şu nedenle, hiç olmazsa zirve toplantısına katılan devletleri Azerbaycan`a karşı her hangi bir yaklaşım ortaya koysunlar diye zorlayayım. Daha sonra şu malum bildiri kabul edildi. Ermenistan onu yine de onaylamadı, 53 devlet ise onay verdi.
Sonraki dönem neler yaşandı? Lizbon Zirvesi`nin ardından biz Minsk Grubu eşbaşkanlarının daha da etkinlik kazanmaları gerektiğini düşündük. Finlanda eşbaşkanlıktan ayrıldı, Rusya kaldı, Amerika Birleşik Devletleri kendi hizmetini önerdi ve biz de bunu istedik. Biz Amerika Birleşik Devletleri`ni önerdik. Hem Ermenistan hem Rusya bunu tasvip etmedi. Onlar Fransa`yı onayladılar. Biz ise onların önerisini kabul etmedik. Nihayet, devletler kendi aralarında bir uzlaşmaya varamadıkları için eşbaşkanlar iki değil, üç oldu. Rusya, Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa. Sizin şunu bilmeniz gerekiyor ki, bu döneme kadar Minsk Grubu tarafından bize herhangi bir somut yazılı öneri sunulmamıştır.
Tekrar söylüyorum, öte yandan Rusya temsilcisi Kazimirov çok etkin bir şekilde çalışmalarda bulunuyordu. İki-üç aydan bir bizim temsilciler Ermenistan temsilcileri ile, hatta Dağlık Karabağ`ın temsilcileri ile Moskova`da, yahut başka bir bölgede bir araya geliyorlardı. Hiçbir sonuç alınamıyordu. Üç büyük devlet Minsk Grubu`nun eşbaşkanlığını yapıyordu ve biz onlardan somut öneriler sunmaları yönünde istekte bulunduk.
Vilayet Kuliyev bu önerileri anlattı. Birinci öneri, "paket çözüm" önerisi 1997 yılı Haziran ayında sunuldu. Şimdi dersiniz ya da birisi der ki, siz onu neden kabul ettiniz? Biz onu şu nedenden dolayı kabul ettik, bir görelim bakalım, ilerleme sağlayabiliyor muyuz, bilmiyor muyuz. Hatta hatırlıyorum, ben 1 Ağustos`ta Washington`da, Beyaz Saray`da Clinton`la görüşmemiz sırasında o, buna çok yüksek değer verdi. Hatta benden, siz de kendi konuşmanızda - ki o da konuşma yaptı, nutuk söyledi, ben de,- bunu kabul ettiğinizi söyleyin diye ricada bulundu. Söyledim. Ermenistan bunu onaylamadı.
Daha sonra ikinci öneriyi, "aşamalı çözüm" önerisini sundular. Ve yine biz onu kabul ettik. O bizim açımızdan uygundu diye değil. Doğru, o öncekine oranla biraz daha uygundu. Bu konuyu Vilayet Kuliyev anlattı. Ama biz küçük bir olumlu gelişme sağlansın istedik. Ermenistan bunu kabul etmedi. Sonraki süreçlerden Vilayet Kuliyev bahsetti.
Nihayet, Ermensitan`da Ter-Petrosyan ikinci öneriyi kabul etti. Biz Strasbourg`da bunun temelinde çalışmaları yürütelim diye ortak bir bildiri yayımladık. Ermenistan`da Ter-Petrosyan`a karşı muhalefet ortaya çıktı. Böylece, Şubat 1998`de Ter-Petrosyan istifa etti ve bunun üzerine kısa bir süre sonra Koçaryan cumhurbaşkanı seçildi. 1998 yılında hiç birşey olmadı. Minsk Grubu hiç birşey sunmuyordu. Peki neden sunmuyorsunuz? Diyorlar ki, biz bekliyoruz, Ermenistan`da yok yeni cumhurbaşkanı seçiliyor, yok hükümet kuruluyor, falan oluyor, filan oluyor. Bekledik, bekledik, nihayet, 1998 yılının sonunda bize gelip "ortak devlet" önerisini sundular. Azerbaycan`da şöyle bir deyim vardır, bu siyahın en siyahıdır. Önceki önerilerle karşılaştırdığımızda bu, Azerbaycan`ın çok çok zararınaydı.
Şu görüşmelere katılanlar hatırlayacaklar. Ben bunu duyar duymaz biz onu görüşmek istemiyoruz dedim. Bana anlatmak için çok çalıştılar. Ben bunu görüşmek istemiyorum dedim. Siz bizi öyle bir duruma düşürüyorsunuz ki, Azerbaycan`ın sınırları içinde iki devlet olacak - Azerbaycan ayrıca bir de Dağlık Karabağ ve Azerbaycan`ın Dağlık Karabağ üzerinde hiçbir hakkı yoktur. Böylece Azerbaycan`ın toprak bütünlüğü korunuyor diye göz boyuyorsunuz. Acaba siz bizi ne sanıyorsunuz dedim, biz bunun ne olduğunu anlamayacak kadar aptal mıyız? Biz bunu kabul etmedik. Fakat Ermenistan bunu kabul etti ve şimdiye kadar da Ermenistan nerede olursa olsun tüm konuşmalarda söylüyor ki, eğer Azerbaycan 1998 yılının sonunda "ortak devlet" formülünü kabul etseydi, şimdi artık barış sağlanmış olacaktı, anlaşmazlık bitmiş olacaktı. Tabii ki, onların lehıne. İşte durum böyledir.
Sizin bilmeniz gereken şu, bugün şu toplantıyı yaparak ben size söylüyorum ki, bu üç önerinin üçü de geçmişte kaldı. Onlara artık geri dönüş yok. Düşünüyorum ki, son öneri Azerbaycan`a karşı yapılan büyük bir sabotajdı ve biz bunu hepten geri çevirdik. Daha sonra Minsk Grubu hiçbir öneri sunmamıştır.
Ben dün de, bugün de duydum, bu konular, öneriler basında çıktıktan sonra çeşitli konuşmalar yapılmıştır. Hatta bizim ülkede bulunan çeşitli partilermiş, bilmem yok, örgütlermiş vesaire bir araya gelerek yaygara çıkarıyorlar, Haydar Aliyev "ortak devlet" formülünü kabul etmek istiyormuş, yok bilmem parlamentoda bunu kabul ettirmek istiyormuş, falan yapmak istiyormuş. Biliyor musunuz, korkunç olanı işte bu, bizim halkımızın, ulusumuzun tek derdi işte bu.
Hey bizim vatandaşlarımız, hiçbir dayanağı olmayan siyasal amaçlarla yaşayan insanlar, buraya davet almışsınız. Gelin, dinleyin. Eğer Haydar Aliyev bu konuda Azerbaycan`ın çıkarlarını savunmamış ise, kalkın, onun kafasını kırın.
Fakat uyduruyorlar, yaygara çıkarıyorlar. Dün akşam ANS televizyon kanalında şöyle bir haber yayımlandı, 50 siyasal parti eylemler düzenleme kararı almıştır. Biliyor musunuz, ben ANS televizyon kanalına şu tavsiyede bulunmak isterm, varlıklarını daha fazla adalet ilkelerine dayanarak sürdürsünler, sansasiyona dayanarak değil. Aslında Azerbaycan`da 40 parti bile yok. Kendilerini parti diye isimlendirenler parti değiller, ki onları bile hesaba katarsak, yine de 50 parti yapmıyordur. Tescil edilen partilerin hepsi bellidir ve onlar buraya davet edilmişler. Fakat Murtuz Hoca bazılarının gelmediğini söyledi. Peki neden gelmediniz? Bir yandan müzakere istiyorsunuz, herşeyden haberdar olmak için bizim düşüncelerimizi açıklamamızı istiyorsunuz. Öte yandan hiçbir şey bilmeden, kendiniz yalan birşeyler uydurararak, gaf yapıyorsunuz. Birisi diyor ki, eylem düzenlemek gerek, ötekisi diyor ki, halkı ayaklandırmak gerek. Herkes bunu yapamaz, bunu böyle bilsinler. Azerbaycan`ın Anayasası var, yasaları var. O zamanlar eskide kaldı. Azerbaycan devleti kudretli bir devlettir. Anayasa çerçevesinde, görüşmeler, demokrasi, siyasal çoğulculuk, hukukun üstünlüğü çerçevesinde her birey faaliyette bulunabilir. Fakat eğer bunların dışında faaliyette bulunmak isteyen birisi olursa, o cevabını alacaktır.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı olarak, ben beyan ediyorum ki, daha önceleri yaşanan durumlar tekrar yaşanamaz. 1993 yılında burada iç savaşı çıkaran kişiler, Azerbaycan`ı bölenler, o insanları destekleyenler, - ki ben şimdi buna daha ayrıntılı değinmek istemiyorum,- şimdi güya Azerbaycan`ı mı düşünüyorlar ve bizden çok mu düşünüyorlar? Bu yüzden de ben birkez daha beyan ediyorum ki, yayımlanan önerilerden hiçbiri kabul edilmemiştir ve kabul edilmeyecektir.
Bugün sabah bana söylediler ki, Ermenistan`da bu konudan çok rahatsız olmuşlar, zira Azerbaycan gizliliği ihlal etmiştir ve önerileri yayımlamıştır. Bu haberi dün de aktarmışlardı. Onlar hatta Minsk Grubu`na da başvurmuşlar. Bana sabah söylediler, güya onlar da şu son öneriyi -"ortak devlet" formülü ile ilgili öneriyi yayımlamışlar.
Birincisi, biz bunları gizli tutacağımız yönünde hiçmiseye bir vaadde bulunmadık. Evet ben düşünüyordum ve bugün de düşünüyorum ki, görüşme sürecinin gizli tutulması gerekiyor. Bir sonuç alındıktan sonra bilgi verilmelidir. Ben bunu size bugün de söylüyorum. Tüm kamuoyuna da, halka da söylüyorum. Eğer biz bir sonuç sağlamış olursak, bir karara, bir görüş üzerinde anlaşırsak, bunu değil Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev, hiçkimse saklayamaz.
Tabi ki, bunu ilk önce Ulusal Parlamento ele almalıdır. Daha sonra tartışılmak üzere halka sunulmalıdır. Eğer halk, Ulusal Parlamento bunu tasvip etmezse, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev sorunu yalnız başına mı çözecek? Birincisi, şunu bilin, bugün de, yarın da Haydar Aliyev Azerbaycan halkının çıkarlarına aykırı olan herhangi birşeyi onaylamaz. İkicisi, eğer olur da uzlaşmalar sonucunda, evet, işte bu yapılabilir diye bir düşünce ortaya çıkarsa, bu hiçbir zaman gizli olarak yapılmayacaktır. Görüşmeler süreci gizli tutuluyor, gizli de tutulacaktır. Zira bu görüşmeler sürecinin gidişatını biz piyasaya çıkarırsak, kamuoyuna aktarırsak, hiçbir şey sağlanamaz.
Fakat bugün benim amacım ne? Bugün amacım sizin her şeyi bilmenizi sağlamaktır. Kamuoyu, halk bilsin ve ne yapmak lazım, bunu söylesin. Ben bunu neden söylüyorum? Zira Minsk Grubu "ortak devlet" formülü ile ilgili öneriden sonra başka hiç bir öneri sunmamıştır.
Nisan 1999`da Washington`da, NATO`nun 50.yıldönümü ile ilgili törende Amerika Birleşik Devletleri yönetimi, Başkan Clinton, Dışişleri Bakanı Bayan Albright, biz Koçaryan`la buluşalım, konuşalım diye ricada bulundular. Buluştuk, konuştuk. Orada, bizim bir takım konularda uzlaşmaya varabileceğimiz anlaşıldı. Onun için de bu görüşme süreci devam etti. Biz 1999 yılında birkaç defa bir araya geldik. Bu amaçla ben iki kere Cenevre`ye gittim, sonra sınırda bir araya geldik. 1999 yılı Ekim ayında tutumlar arasında bir hayli yakınlaşma sağlamak mümkün oldu denilebilir. Fakat 1999 yılında Ermenistan Parlamentosu`nda yaşanan terör olayının ardından Ermenistan, küçücük bile olsa, sağlanmış olan bir takım uzlaşmalardan vaz geçti.
Şimdi görüşmeler başladıktan sonra hem Minsk Grubu diyor, hem Minsk Grubu`nun eşbaşkanları diyor, hem AGİT diyor, hem Avrupa Konseyi diyor, hem iki gün önce burada bulunan Avrupa Birliği Başkanları diyor: sorunu her iki cumhurbaşkanı çözsün ve herhangi bir çözüme varacak olurlarsa, biz onu tasvip edeceğiz. İki cumhurbaşkanının çözmesi ise çok zor. Zira bir cumhurbaşkanının ülkesinin toprakları işgal edilmiştir, bir milyon göçmeni bulunmaktadır. Öbür cumhurbaşkanının ülkesi büyük ekonomik sıkıntılar içindedir, fakat ordusu Azerbaycan topraklarını işgal altında tutmaktadır.
Vilayet Kuliyev burada sizi bilgilendirdi. Fakat ben de birkaç rakam vermek istiyorum. Biliyor musunuz, 1993 yılından şimdiye kadar ben 68 ülkenin cumhurbaşkanıyla, devlet başkanıyla 485 görüşme yaptım. Ben ya resmi ziyaret için gittim, ya onlar Azerbaycan`ı ziyarette bulundular. Görüşmelerin çoğu bizim uluslararası örgütlerde temaslarımız sırasında yapılmıştır. Bilin, tüm bu görüşmelerde, hatta Brunei Sultanı ile de yaptığım görüşmede ben bu konuyu anlattım, bu konuyu görüştüm. Azerbaycan`a yardım edilmesi, Azerbaycan`dan yana olmaları ricasında bulundum.
Bu görüşmelerin sayılarını ben biliyorum. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri Başkanı ile, Dşişleri bakanı ile bu konuyu 18 kere görüştük. Fransa`nınki ile 16 kere, Rusya`nınki ile 28 kere, Türkiye`nin tüm yöneticileri ile defalarca, 78 kere. Bunlarla fazla zamanınızı almak istemiyorum
Birleşmiş Milletler Yönetimi ile, eski Genel Sekreter Butros Gali ile, şimdiki dönem genel sekreteri Kofi Annan ile ben bu konu üzerine on kez görüşmelerde bulundum. Hatırlıyor musunuz, Butros Gali gelip burada bir konuşma yapmıştı. Ben Birleşmiş Milletler`in zirve toplantılarında üç kez konuşma yaptım. Benim konuşmalarım yayımlanmıştır. Hepsinde Birleşmiş Milletler`e, siz kabul ettiğiniz kararları uygulamıyorsunuz diye eleştirilerde bulundum. Onlar ne yapıyorlar? Onlar diyorlar ki, biz kararları kabul ediyoruz, fakat uygulama mekanizmamız yoktur. Ben onlara ne yapayım?
Ben NATO`nun üç zirve toplantısında -Washington`da, Madrid`de, başka bir yerde yaptığım konuşmalarda bunu söyledim. NATO Genel Sekreterleri ile dört kere bir araya geldik. Bunu hepsine aktardım. AGİT zirve toplantılarında,- ki bunu artık söyledim- Budapeşte`de, Lizbon`da ve son defa İstanbul`da.
Basında görüyorum, güya İstanbul zirve toplantısında sorun çözülmüş, falan olmuş yazıyorlar. Hepsi yalan boş şeylerdir. Peki bilmediğiniz şeyi neden yazıyorsunuz? Bilmediğiniz şeyi neden uyduruyorsunuz? Orada hiçbir sorun çözülmedi. Orada Amerika Dışişleri Bakanı Albright, Fransa, Rusya, Türkiye dışişleri bakanları, AGİT Başkanı, ki Norveç Başbakanı olsa gerek, ve iki cumhurbaşkanı hep beraber sorunu ele aldık ve hiçbir uzlaşmaya varamadık.
Biz Bağımsız Devletler Topluluğu`na üyeyiz. Devlet başkanlarının bu konuyu gündemine getirmediğim toplantısı kalmadı. Bizim dostlarımız, kardeşlerimiz, başka ülkeler Ermenistan`ın saldırgan olduğunu telaffuz bile etmiyorlar. Bağımsız Devletler Topluluğu`nun bazı belgelerinde "bölücülükle mücadele" kelimesi yer alır almaz Ermenistan buna karşı çıkıyor. Fakat ben "bölücülükle mücadele" ifadesi yazılmalıdır diye ısrar ediyorum. Tüm devlet başkanları benden şu ricada bulunuyorlar, sen kendi önerini geri çek. Keza bizim kardeşlerimiz, Orta Asya ülkeleri.
İslam Konferansı Örgütü`nün iki zirve toplantısı düzenlendi. Konuşma yaptım, anlattım. Ekonomik İşbirliği Örgütü`nün - ECO`nun dört zirve toplantısı yapılmıştır. Türkçe konuşan ülkelerin devlet başkanlarının beş zirve toplantısı düzenlendi. Pekçok görüşmeler yaptım.
Şunu da söylemek istiyorum ki, Türkiye - bize dost, kardeş ülke - Ermenistan`ı saldırgan olarak görüyor ve bunu heryerde söylüyor. İslam Koferansı Örgütü, bizim Ermenistan`ın Azerbaycan`a saldırması formülünü kararlarında yazabildiğimiz ve bu saldırıya itirazda bulunabildiğimiz tek örgüttür. İran beyan ediyor ki, evet, Ermenistan Azerbaycan`a tecavüz etmiştir.
Fakat bunların dışında dünyanın hiçbir bir ülkesi Ermenistan`ın Azerbaycan`a saldırdığını diline bile getirmiyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi`nde dört karar alınmıştır. Ben Vilayet Kuliyev`den rica ettim, o kararları incelesin. Bugün sabah ben de inceledim. Dört kararın dördünde işgal ordusu işgal altındaki Azerbaycan topraklarından çekilmelidir yazıyor. Fakat "Ermenistan" kelimesi yok, yani "Ermenistan silahlı kuvvetleri" kelimesi yok. Fakat kararların birinde, Ermenistan`dan Dağlık Karabağ`a baskı yapması istensin yazıyor. Gerçekte bu Ermenistan-Azerbaycan savaşıdır. Gerçekte Ermenistan Azerbaycan`a saldırmıştır. Fakat hiçbir uluslararası örgütün belgesinde, anlattıklarımın dışında, herhangi devletin bildirisinde hiçkimse Ermenistan`ı saldırgan olarak görmüyor.
Biz Ermenistan-Azerbaycan, Dağlık Karabağ anlaşmazlığı söylüyoruz,- keza bu formülü insanlara ben benimsetmişimdir. Fakat diğerleri ne diyor - Dağlık Karabağ anlaşmazlığı. Zira hepsi düşünüyor ki, bu anlaşmazlık iki ülkenin arasında değil, Dağlık Karabağ`la Azerbaycan arasında çıkmıştır. Ben defalarca kez söyledim, eğer böyle birşey söz konusu ise, Ermenistan bir kenara çekilsin. Şu durumda biz Dağlık Karabağ`la ne gibi görüşmeler yapacağız, ne yapabiliriz, bu bizim kendi işimiz. Biz bunu çok kısa bir sürede çözebiliriz. Fakat şimdi ha Dağlık Karabağ olmuş, ha Ermenistan olmuş, bunlar bir ülkedir. Artık 11 senedir bunlar bir ülkedir. Fakat bu gerçeği hiçkimse kabullenmek istemiyor.
Şimdi herkes benim Koçaryan`la görüşmem konusunda bana açıklamada bulunuyor. Yok bilmem, siz güçlü bir öndersiniz, kararlısınız, yok bilmem ne, falan filan. Siz sorunu çözün diyorsunuz. Soruyorum, nasıl çözeyim? Siz Ermenistan`a da söyleyin, bu konuda Ermenistan da yapıcı bir tavır takınsın, biz de takınalım. Şu durumda çözeriz. Diyorlar ki, Ermenistan`a yazık oluyor, Ermenistan fakirdir, yok bilmem, Ermenistan`ın ekonomisi kötüdür, şöyledir, böyledir.
Büyük ülkelerde, Amerikan Kongresi`nde, yahut da başka ülkelerin parlamentolarında Ermenistan`a karşı olumlu bir tutum söz konusudur. Fakat Azerbaycan`a karşı hayır. Gerçi biz saldırıya uğramış bir ülkeyiz, onlar ise saldırgandır. Buna işte Avrupa Konseyi`ne üye olduğumuz sırada da tanık olduk. Doğrudur, burada da muhalefet, Azerbaycan yönetimini, nasıl desek, tekrar suçlamak için uğraştı, yok bilmem bizde demokrasi yokmuş, falan yokmuş. Bu nedenden dolayı bizi Avrupa Konseyi`ne almayın.
Ben bunu açıkça söylemişimdir ve Strasbourg`da yaptığım konuşmamda da söyledim. Tüm Avrupa Konseyi`ne söyledim: Dünyada çifte sandartların peşini bırakmak lazım. Bugün de söylüyorum, dünyada çifte standartlar uygulanmaktadır.
Ben bir keresinde bir kişiye sordum: Ermenistan`da, Azerbaycan`da, Gürcistan`da seçimler yapılmıştır. Bunların biribirinden farkı ne? Doğruyu söyleyin. Pek bir fark yok dedi. Şu durumda neden bizi seçimlerde ihlaller olmuştur, falan olmuştur diye suçluyorsunuz da, onları suçlamıyorsunuz? Cevap vermiyorlar, bunların hepsinin üstünden geçiyorlar. Ben bizim ülkede seçimlerde ihlaller söz konusu olmuştur diye düşünmüyorum. Bunun yanı sıra bizim ülkede herşeyin ideal bir düzeyde olduğunu da düşünmüyorum. Düşünmüyorum. Defalarca söyledim, her şeyin bir zamanı vardır. Eğer şu aşamaya bakarsak, Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan - biz hepimiz aynı başamakta bulunuyoruz. Fakat ekonomik gelişme düzeyi itibariyle biz hem Gürcistan`dan hem Ermenistan`dan bir hayli öndeyiz. İç istikrar itibariyle biz bir hayli üstünüz. Ülkeye ne lazım? Ülkeye barış lazım. Ülkeye iç istikrar lazım. Ülkeye ekonomik gelişme lazım. Fakat bu konular bir kenara bırakılmış, bazıları demokrasi, demokrasi, demokrasi diye tutturmuşlar. Demokrasiden bahseden insanların kendileri, sadece, bunu suistimal ediyorlar.
Ben hep söyledim ve söylüyorum, Azerbaycan`da demokrasi var, demokrasi gelişiyor ve gelişecektir. Hiçkimse bu konuyu suistimal etmesin. Hiçkimse de bu konuda kendi çeşitli yöntemleriyle Azerbaycan`a baskı yapamaz. Bizim Azerbaycan`ın kendi yolu var. Halkımızın kendi zihniyeti bulunmaktadır. Hiçkimse burada, Azerbaycan`da bugün Fransa`da olduğu gibi bir demokrasi olacağını düşünmesin. Onun için çok yılların geçmesi gerek.
Ben bunu, şu çifte standartlar hakkında bilginiz olsun diye söylüyorum. Bu çifte standart şimdi Ermenistan-Azerbaycan anlaşmalzığında uygulanmaktadır: onlara yazık oluyor, onları kurtarmak gerek. Sizin ülkenizin doğal kaynakları var, falan var, çözün. Nasıl çözeyim? Şimdi siz de soruyorsunuz. Nasıl çözeyim?
Yapılan tüm görüşmelerden, Minsk Grubu`nun sunduğu önerilerden ben birşeyi anladım: bunlar Dağlık Karabağ`a bağımsızlığa yakın bir statü vermek suretiyle sorunu çözmek, yahut tamamen bağımsızlık tanımak istiyorlar. Minsk Grubu`nun tüm önerilerinden bu anlaşılıyor, bunun dışında başka birşey yok. Biz ise bunu kabul etmemişiz ve kabul edemeyiz.
Koçaryan`la görüşmelerimizi açıkça anlatmak istemiyorum. Fakat herşey açık ortada, onlar bizim topraklarımızı işgal etmişler ve temel amaçları şudur ki, tek kelime ile ifade edersek, bundan böyle Dağlık Karabağ hiçbir şekilde Azerbaycan devletinin yönetiminde bulunmamalı. Onların görüşü işte bu yöndedir.
Ben bu görüşmeleri yapıyorum ve yapacağım. Bir süre önce Fransa Cumhurbaşkanı Chirac bana telefon açtı. Nitekim 26Ocak`ta orada biz - Koçaryan`la ben - başbaşa görüşme yaptık, daha sonra üçümüz bir araya geldik. Bir süre önce bana telefon açtı, Koçaryan`ın tekrar Fransa`yı ziyaret ettiğini söyledi. Siz buraya gelebilir misiniz, başbaşa bir daha görüşün dedi. Ben itiraz etmedim. 4 Mart`ta Paris`te Cumhurbaşkanı Koçaryan`la benim başbaşa görüşmem olacak ve ayın 5`de ise üç cumhurbaşkanı - Cumhurbaşkanı Chirac, Cumhurbaşkanı Koçaryan ve bir de Azerbaycan Cumhurbaşkanı bir araya gelecekler.
Şimdi birisi der ki, Fransa "soykırım" hakkında kararı onaylamıştır. Neden oraya gidiyorsunuz, filan yapıyorsunuz? Bunlar birbirinden farklı konulardır. Bu sorunun çözümü ile onun arasında bir bağlantı bulunmamaktadır. Biz Fransa`nın adaletsiz kararına itirazımızı hep belirttik, belirtiyoruz. Ben bunu Cumhurbaşkanı Chirac`ın yüzüne karşı da söyledim. Fakat bununla birlikte Fransa Minsk Grubu`nun eşbaşkanıdır. Eğer bir ihtimal, burada herhangi birşey sağlamak mümkün olacaksa, biz bunu değerlendirmeliyiz ve bundan vazgeçemeyiz. Onun için de ben bu görüşmeye gidiyorum. Ne olacak, ne olmayacak, bunu söyleyemem. Fakat şunu belirtmek isterim ki, durum çok karışık.
Vilayet Kuliyev burada, Minsk Grubu`nun kendi faaliyetini askıya aldığını söyledi. Minsk Grubu kendi faaliyetini durdurmamıştır. Örneğin, işte şu olay, Minsk Grubu eşbaşkanlarından birisinin, Cumhurbaşkanı Chirac`ın bu konu ile ilgilenmesi şunu gösteriyor ki, Minsk Grubu`nun eşbaşkanları kendi faaliyetlerini askıya almamışlar. Minsk Grubu eşbaşkanları derken biz onların temsilcilerini kastediyoruz, fakat esas olanı ülke başkanlarıdır.
Örneğin, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin buraya gelirken ben onunla iki-üç saat başbaşa çok kapsamlı bir görüşme yaptım. Sonra telefon görüşmelerimiz oldu. Onun için de şimdi Minsk Grubu kendi faaliyetini durdurmamıştır. Ben defalarca söyledim, Minsk Grubu ve onun eşbaşkanları bilmeliler, Ermenistan ve Azerbaycan cumhurbaşkanlarının doğrudan görüşmelerinin Minsk Grubu`nun çalışmaları ile paralel bir şekilde yapılması gerekiyor. Bu, onun faaliyetinin yerine geçmemektedir ve geçmeyecektir. Bunu defalarca söyledim ve bir daha söylüyorum. Bu şekilde, biz hem Minsk Grubu`nun faaliyetini güçlendirmeliyiz, hem de kenid olanaklarımızı her yönüyle değerlendirmeliyiz. Ben size durumu anlattım. Şimdiye kadar yapılması ne mümkünse, yaptım. Sadece ben değil, tabi ki, bizim ilgili yönetim makamlarımız bunda çok etkin rol üstleniyorlar. Ulusal Parlamento katılıyor. Fakat tabi ki, görüşmelerin temel bölümü benim üzerime kalıyor. Aynı zamanda, bizim dışişleri bakanı da, dışişleri bakan yardımcıları da görüşmeler yapıyorlar. Başka çerçevelerde de görüşmeler düzenleniyor. Bizim parlamento temsilcileri farklı ülkelerde temasları sırasında bu konuları gündeme getiriyorlar. Yani bunu biz hepimiz yapıyoruz. Fakat Minsk Grubu ile temel görüşmeleri ya bizim yönetim organları çalışanları, yahut doğrudan ben yapıyorum.
Benim amacım nedir? Durum işte böyledir. Siz, bunun Ulusal Parlamento`da görüşülmesi gerek dediniz. Birisi diyor ki, hadi gelin komisyon oluşturalım. Siz bana söyleyin bakalım, bu komisyın ne yapacaktır, neyi yapma gücüne sahiptir, hangi öneriyi sunabilir?
Azerbaycan siyasal partileri, muhalefet olsun veya olmasın, yaygara çıkarmak zor bir iş değildir. Daha bu gürültülerin zamanı geçti. Seçki öncesinde kimileri konuşmalar yaptılar ve bizim önerilerimiz var dediler. Önerilerini sun! Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev 7 senede bu sorunu çözememiştir diye suçluyorsunuz. Ben de size durum nasıl, onu anlatıyorum. Siz çözebiliriz diyorsunuz, düşüncelerinizi sunun. Bana sunmuyorsunuz. Ulusal Parlamento`ya sunun. Ulusal Parlamento`ya sunmuyor iseniz, Minsk Grubu`na sunun, Minsk Grubu`na sunmuyorsanız, Birleşmiş Milletler`e sunun. Sunun, sunun, sunun! Fakat hiçbirinizde ne bir görüş var, ne bir öneri var, ne de bu sorunun karışıklığı, derinliği yönünde bir bilgi var.
Fakat buna rağmen, ben bugün bir daha çağrıda bulunuyorum. Ulusal Parlamento üyelerine, bizim kamuoyunun temsilcilerine, özellikle Azerbaycan toplumunun, nasıl desek, kaymağı olan bizim bilim adamlarına, kültür adamlarına, yazarlara, tüm başka aydınlara çağrılarda bulunuyorum. Tüm siyasal partilere, bana karşı düşmanca bir tutum takınan siyasal partilere sesleniyorum - önerilerinizi verin. Beni önemsemiyorsanız, hiç önemsemeyin. Minsk Grubu`na verin. Parlamento`yu önemsemiyorsanız, önemsemeyin. Bu, sizin kendi işinizdir. Minsk Grubu`na verin. Getirin bakalım, televizyonda nasıl bazı konuşanlar bu, bizim bir görüşümüz, bu öbür görüşümüz diye kağıtlar koyuyorlardı. Fakat bu kağıtta neler yazıyor, onu Allah biliyor. İstersen, şu kağıdı 5 kere kaldır, göster, şu bir öneri, ikinci öneri, üçüncü öneri vesaire. Eğer bu konu ile ilgili bir düşüncen varsa, götür Minsk Grubu`na sun. Ben Minsk Grubu eşbaşkanlarının seninle görüşmeleri için gerekli ortamı sağlarım. Yazılı şekilde onlara sun, anlat, işte sorunu bu yöntemle çözün de.
Fakat bazı bildiriler yayımlıyorlar, yok bilmem, Dağlık Karabağ`a kültürel özerklik tanınması gerek, Dağlık Karabağ`a özerk il hakkı tanınamaz vesaire. Gelin aklı başında düşünelim. Onlar 1923 yılında kurulmuş olan şu özerk ili kabullenemediler, 1988 yılında savaş, saldırı başlattılar, bunca kan döküldü, topraklarımızı işgal ettiler, şimdi onlara aynı şu otonom ilini kabul ettirmek mümkün mü? Olacak şey değil.
Kimileri diyor ki, savaş yapın, güçlü ordumuzun olması gerekiyor. Azerbaycan`ın güçlü ordusu vardır. Ben Güvenlik Konseyi`nde bu konuyu birkaç defa masaya yatırdım. Azerbaycan`ın güçlü ordusu bulunmaktadır. Savaşabiliriz. Fakat bu gerekiyor mu? Kim savaştan yanaysa, bu savaşın sonucunda ne olacaktır, onu yazsın bakalım.
Birincisi, bizim Dağlık Karabağ`ın sınırları dışında bulunan yedi rayonumuz işgal altında tutulmaktadır. İnsanlar çadırlarda yaşıyorlar. İşgal edilmiş her rayonu kurtarmak için ne kadar zaman gerekecek, ne kadar kan dökülecektir. İkincisi, şimdi dünya kamuoyunda savaşı kim tasvip edecektir? Üçüncüsü, dünya kamuoyunda daha önceden şöyle bir görüş oluşmuştur, güya orada Azeriler Ermenileri katletmişler. Şimdi de savaşı biz başlarsak, diyecekler ki, evet Azeriler işte önceki gibi, şimdi de Ermenileri katletmek istiyorlar. Fakat ben savaştan kaçmıyorum. Eğer bizim kamuoyumuzun hepsi böyle bir karara varmış olurlarsa, bunun gerekçeli açıklamasını yaparlarsa ve savaştan yana olan kişiler somut bir stratejiyi belirlemiş olurlarsa, ki savaş yapmak lazım, savaşı nasıl yapalım, bizim ordumuzun bunun için yeteri kadar gücü var. Hiç endişelenmeyin.
Kimileri diyor ki, hayır, beş-on seneye güçlü bir ordu kuralım, daha sonra başlarız. Kimileri de diyor ki, gelin, konuyu donduralım. Ne kadar süre donduracağız? Örneğin, sorunu beş sene daha dondurduk. Zavallı göçmenler beş sene daha mı çadırlarda yaşayacaklar?
Daha sonra ne yapacağız?
Kimileri şöyle düşünüyor, Ermenistan`da ekonomi çok sıkıntı içindedir, insanlar ülkeyi terk ediyorlar vesaire. Burada bir gerçek payı vardır. Ermenistan`ın ekonomisi zor durumdadır. Fakat Gürcistan`ın ekonomisi ondan daha da zor durumdadır. Bizim ülkenin ekonomisinin iyi düzeyde olduğunu herkes, tüm dünya uzmanları, yetkililer - ki bundan iki gün önce Avrupa Birliği yöneticilerini kabul ettim, onlarda bütün bilgiler var, - onlar diyor. Daha ne kadar bekleyelim ki, Ermenistan ekonomisi çoksün, Ermenistan tamamen çöksün, Dağlık Karabağ çöksün, daha sonra biz gidip bu yerleri ele geçirelim mi diyorsunuz? Daha ne kadar bekleyelim? Eğer böyle bir düşünceniz varsa, gelin, bunun da gerekçelerini açıklayın. Yani ben her öneriyi tam bir titizlikle, tüm sorumluluğumla incelemeye hazırım. Bu yüzden de ben bu bilgileri size aktardım.
Bugünkü oturumun amacı öneriden oluşmalıdır. Konuşacak kişilerden rica ediyorum, ne tarihi, ne kim suçludur, suçlu değildir, bu neden başımıza geldi - bunları anlatmasınlar, bunlar bir kenarda dursun. Bu daha sonra yapılacak bir çalışmadır. Bugün ne yapmak lazım? İşgal edilmiş toprakları kurtarmak lazım. Hiç olmazsa, en azından Dağlık Karabağ`ın çevresinde bulunan işgal altındaki rayonları kurtarmak lazım.
Belki de ben bu denli kapsamlı bir konuşma yapacağımı düşünmüyordum. Fakat her halde sanıyorum, bu konu öylesine karmaşık bir konudur ki, benim bu konuda size detaylı bir bilgi vermeme ihtiyaç vardı. Ben sizden öneriler bekliyorum. Ben sizden yardım bekliyorum. Ben halkımızın çalışıp, elbirliğiyle bu sorunu çözmesini temenni ediyorum.
Teşekkür ediyorum.